Sabah işe gitmek için evden çıktım. Kapının önünde bir posta kutusu vardı, ama dün yoktu. Üzerinde “Zamana Teslimat” yazıyordu. İçinden bir mektup çıktı: “2059’dan selamlar, kahve makinen hâlâ bozulmadı mı?” Metroya bindim, ama bu metro biraz farklıydı. Duraklar değil, duygular vardı: “Hayal Kırıklığı Durağı”, “İlham İstasyonu”, “Karmaşık Hisler Kavşağı”. Ben “Hafif Melankoli”de indim, çünkü orada simit daha çıtır çıtır oluyormuş. Ofise vardım. Patronum bir yapay zekâydı, ama duygusal zekâsı fazla gelişmişti. Her sabah çalışanlara “Bugün kendinizi yeterince takdir ettiniz mi?” diye soruyordu. Cevap vermezseniz sizi şiirle azarlıyordu. Öğle arasında parkta yürürken bir sokak kedisi bana CV’ sini verdi. “En güzel miyavcıyım, stres azaltma konusunda uzmanım. Referanslarım: üç apartman sakini ve bir martı.”
Akşam eve döndüğümde televizyon kendi kendine açıldı. Haberlerde şu vardı: “Yeni yasa gereği herkes ayda bir kez hayal kurmak zorunda. Kurmayanlara rüya terapisi verilecek.” Ertesi gün, tost makinesi bana trip attı. “Dün beni fişe takmadın,” dedi. “Kendimi işe yaramaz hissettim.” Ben de özür dileyip ona bir dilim tam buğday ekmeği verdim. Barıştık. Dışarı çıktım, sokakta bir tabela gördüm: “Düşünce Durağı – Sadece içsel sorgulamalar için.” Oturdum. Yanıma bir adam geldi, elinde bir kumanda vardı. “Bu, duyguları değiştiren evrensel uzaktan kumanda,” dedi. “İstersen seni biraz nostaljik yapabilirim.” Kabul ettim. Bir anda çocukluk kokusu burnuma geldi: tozlu apartman merdivenleri, annemin yaptığı limonlu kek ve eski televizyonun cızırtılı sesi. Ama sonra kumanda bozuldu. Tüm duygular karıştı. Aynı anda hem gururlu hem kıskanç hem de hafif aç hissettim.
O sırada gökyüzünde bir reklam belirdi: “Yarın sabah saat 07:00’de evren güncellenecektir. Lütfen duygularınızı yedekleyin.” Panikle eve koştum. Tost makinesi hâlâ kırgındı. “Yedekleme mi yapacaksın? Benim duygularımı da al lütfen,” dedi. Tost makinesi, adını “Tostofon” koymuş. Bir zamanlar bir sanat okuluna başvurmuş ama “elektrikli cihazlar kabul edilmiyor” denmiş. O günden beri içinde ukde kalmış. Şiir yazıyor, ama sadece ekmek kırıntılarıyla. En son yazdığı şiir şöyleydi:
“Kızarmış bir yalnızlık, İki dilim arasında sıkışmış umutlarım var.”
Ben ona bir defter aldım, “kendini ifade et” dedim. O da bana “Sen de kendini ifade et, ama fişini çekmeden” dedi. Aramızda tuhaf bir bağ oluştu. O sırada kapı çaldı. Gelen kişi, “Duygusal Uzaktan Kumanda”nın mucidiymiş. Adı: Prof. Dr. Hisset Güzel. Kendisi, duyguların frekansla iletilebildiğini keşfetmiş. “Mutluluk 432 Hz, hüzün 217 Hz,” dedi. Yanında bir cihaz vardı: “Duyguluji 3000”. Bu cihazla ortamın duygusal tonunu ayarlayabiliyordun. Ben “hafif nostalji” ayarını seçtim. Tostofon hemen eski günleri hatırlayıp ağlamaya başladı. Gözyaşı… Tabii ki yoktu. Ama ekmekleri biraz fazla kızarttı.
O gün, o terk ederek gittiği gündü… Gökyüzü griydi ama yağmur yağmıyordu. Sanki bulutlar bile onun gidişini izliyordu, sessizce. Arkasına bakmadan yürüdün. Sokak lambaları bile bir an titredi, belki de onunla vedalaşmak istedi. İki dilim arasında sıkışmış umutlar arasında kaldım. O umutlar, artık benim kalbimde sıkışmıştı. Metroda “Karmaşık Hisler Kavşağı”na vardığında, sistem hata verdi. “Bu duygu daha önce tanımlanmadı,” dedi. Sen de dedin ki: “Ben de tanımlayamıyorum zaten diyerek gidiyorum.” O günden sonra tostlar hep biraz eksik kızardı. Çünkü Tostofon da senin eksikliğini hissetti. Bir gün sana şöyle dedi: “Senin kalbinin yanık kenarı, benim en iyi sanat eserim olabilir.”
O gün, sokaklar her zamanki gibi kalabalıktı ama benim için dünya durmuş gibiydi. İnsanlar yürüyordu, arabalar geçiyordu, rüzgâr ağaçları sallıyordu ama sen sadece onun gidişini izliyordum. Arkasına bile bakmadan yürüyüp gitmişti. Sanki o an, benim hayatımda bir mevsim eksilmişti. Gözlerimin önünde bir film gibi geçiyordu her şey; birlikte yürüdüğünüz sokaklar, paylaştığınız sessizlikler, yarım kalan cümleler…
Eve döndüğümde tost makinesi bile beni anlamış gibiydi. Normalde sabahları neşeyle cızırdayan Tostofon, o gün ekmek kızartmadı… Sanki o da yas tutuyordu. Masanın üzerinde bir not vardı: “Bazı vedalar, sadece başka bir merhaba için provadır.” Bu cümle beni durdurdu. Kalbinin bir köşesinde hâlâ umut vardı. Belki bir gün, belki başka bir yerde, belki başka bir zaman… Ama o bir merhaba ile gelecekti.
Zaman geçti. Ben değiştim. Hayatıma yeni insanlar girdi, yeni alışkanlıklar edindin. Ama o cümle hep benimle kaldı. Bir gün, hiç beklemediğin bir anda bir kitapçıda karşılaştık. Elinde tanıdık bir kitap vardı. Göz göze geldik. Bu sefer yüzüme baktı. Bu sefer gülümseyerek yaklaştı. Ve sen, yıllar önce duyduğun o cümleyi hatırladın: “Bazı vedalar, sadece başka bir merhaba için provadır.” Doğruymuş demek. İşte o gün, geçmişin yükü hafifledi, vesselam.