Ahlâkî Yozlaşma ve Toplumsal İnfial

16 Görüntüleme
3 Dak. Okuma

İnsanlık, binlerce yıllık birikim, tecrübe ve medeniyet inşasının ardından bugün tarihî serüveninin en kırılgan kavşaklarından birine ulaşmış görünmektedir. Bilim, teknoloji ve iletişim sahasında kaydedilen ilerlemeler, insanı kemale taşıması gerekirken ne yazık ki çoğu zaman onun manevî ve ahlâkî istikametini zayıflatmıştır. Sonuçta, bireysel bencilliğin, haz merkezli yaşam anlayışının ve tüketim odaklı bir zihniyetin dünyaya hâkim olduğu bir çağ tecrübe edilmektedir. Bu tablo, sadece bireysel bir savrulma değil, aynı zamanda toplumsal ve küresel düzeyde bir felâket boyutuna varan tükenişin habercisidir.

Bencilliğin Medeniyet Krizine Dönüşmesi

Günümüz insanı, eleştirmekle yetinen, fakat değiştirmek için gayret sarf etmeyen pasif bir tavır sergilemektedir. Sanal platformlarda yapılan kolaycı yorumlar, kahvehane ve salonlarda edilen uzun sohbetler, meseleyi çözmek yerine çoğu zaman yalnızca şikâyetin sıradan bir rutinine dönüşmektedir. Bu da modern insanın, kendi eliyle inşa ettiği konfor alanına hapsolduğunu ve hakikatin gerektirdiği bedeli ödemekten kaçındığını göstermektedir. Hâlbuki İslâm’ın temel öğretilerinde birey, yalnızca kendisinden değil, toplumsal sorumluluk alanından da sorumlu tutulmuştur. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de, “Sizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten sakındıran bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.” (Âl-i İmrân, 3/104) buyrularak toplumsal ıslahın zarureti açıkça vurgulanmıştır.

Ahlâkî Düzenin Zorunluluğu

Ortaya çıkan manzara, yalnızca bireylerin vicdanına bırakılamayacak kadar ciddîdir. Ahlâkî ölçüler, kişisel tercihlere indirgenemeyecek evrensel bir nizam ihtiva eder. Bu sebeple sivil toplum kuruluşlarından devletlere kadar tüm kurum ve otoriteler, yeniden inşa edici bir rol üstlenmek zorundadır. Eğitim sistemleri, genç kuşaklara bilgi aktarmakla yetinmeyip aynı zamanda karakter ve sorumluluk inşa etmeyi merkeze almalıdır. Medya, sadece reyting ve tıklanma uğruna yozlaşmayı beslemek yerine, hakikatin ve değerlerin taşıyıcısı olmalıdır. Sosyal hayat, adalet, merhamet ve paylaşma ilkeleri etrafında yeniden düzenlenmelidir. Bu noktada hukukî ve siyasî yaptırımların da devreye girmesi kaçınılmazdır; zira “iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak” yalnızca nasihatle değil, gerektiğinde yaptırımla da hayata geçirilebilir.

Dinî ve Tarihî Sorumluluk

Tarih boyunca medeniyetlerin yükselişi ya da çöküşü, doğrudan doğruya ahlâkî temellerin sağlamlığına bağlı olmuştur. Peygamber Efendimiz (s.a.s.), “Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim” (Muvatta, Husnü’l-Huluk, 8) buyurarak nübüvvet misyonunun özünü ahlâkî kemale bağlamıştır. Bu itibarla, İslâm toplumlarının bugün karşı karşıya kaldığı en büyük sınav, teknolojik ya da ekonomik gerilikten ziyade ahlâkî zafiyetin derinleşmesidir. Eğer bu zafiyet giderilmezse, tarihî tecrübeler göstermektedir ki, toplumun diğer alanlarında sağlanan başarıların kalıcılığı mümkün olmayacaktır.

Sonuç: Sahaya İnme Vakti

Gelinen noktada, “başkaldırış” ya da “direniş” yalnızca meydanlarda slogan atmakla değil, sahici bir ıslah hareketi başlatmakla mümkün olacaktır. Bireyden başlayarak aileye, sivil topluma, devlete ve uluslararası mekanizmalara kadar her düzeyde ahlâkî inşa ve düzenlemeler hayata geçirilmek zorundadır. Bu görev ertelendiğinde, sadece toplumsal huzur değil, insanlığın geleceği de tehdit altında kalacaktır.

Kısacası, çağımızın en acil meselesi, ahlâkı bireysel bir tercih olmaktan çıkarıp hayatın bütün alanlarına yeniden hâkim kılmaktır. Bu ise samimiyet, irade ve cesaret isteyen bir yolculuktur. Ve bu yolculuğa çıkmak, sadece bir seçenek değil, insanlığın varlık gereğidir.

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Şair / Yazar
Yorum yapılmamış

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version