Her şeye itiraz etme huyundan bir türlü vazgeçemiyordu. Herkes ona karşı kusurlu, herkesin eksik bir yanı vardı. Kendi mükemmel biriymiş gibi, kendinden uzaklaşarak kendine ait ne varsa acımasızca reddediyordu.
Kendi halinde işinde gücünde bir ailenin, anne karnındayken istenmeyen ama her şeye rağmen dünyaya gelen evladı Aylin, bir gün ondan hiç beklenmeyen bir şey yaptı. Sıradan hayatına aksiyon katmak için bir arkadaş grubuna dahil olmak istedi. Onlarla etle tırnak gibi oldu. Yedikleri içtikleri ayrı değildi. Arkadaşlıklarının bir sınırı yoktu.
Ama sürekli bir şüphe içindeydi. Yediklerine içtiklerine bir şey kattıklarını düşünüyordu. Sadece zihnini kemiren bir düşünceden ibaret değildi… Ona göre gerçekti. Onlardan ayrılamıyor, annesi kapılarda bekleyip onu zorla eve gelmeye zorluyordu.
Yatağında derin ama dingin bir uykuya daldığında babasının onun kulağına:
“Sana bir şey söylemek zorundayım Aylin, ben senin anneni çok sevdim.”
Aylin, “Sen bana ait değilsin, sen kendine aitsin, fakat ben senin babanım. Senden hiçbir beklentim yok, sen benim evladımsın ve ben senin babanım. Seni seviyorum… beni ve seni yöneteni de seviyorum,” dediğini; sonrasında annesinin ve babasının gözlerinde gözleri birbirlerine ayarlı bir şekilde:
“O bizim çocuğumuz, onda baba olarak senin payın, anne olarak benim payım var,” diyerek ruhlar aleminde Aylin, anası-babası ile sanki kavilleşiyordu.
Yaratıcı güç ile doğduğu anı zihninde öylesine birleştiriyordu. Maddenin verdiği etki ile zihnindeki cümleler, onun için içsel bir sesten başka bir şey değil, sanki donuk, cansız ve ruhsal bir hareketten yoksun gibiydi.
“Diğerini görmeyi ve onu kabul etmeyi öğren. Aileni ve bütün insanları olduğu gibi kabul et. Kimseyi reddetme ve dışlama. Dünyayı olduğu gibi kabul etmeyi öğren. Tüm insanların iyi olduğunu kabul et. Kendine emek vermeden ‘sana yardım gelsin’ diye bekleme. Anne babadan memnun olmak, onlara karşı kabul ve onay içinde olmak sana kazandırır. Anne benim annem olduğun için seviniyorum, biliyor musun? Benim annem olman, benim için bu dünyada olabilecek en güzel şey. Sen benim annemsin, sen benim babamsın, onun için sizi kabul ediyorum. Bu durumda onlarla ilgili iyi olmadığını düşündüğüm her şeyi dışarıda bırakıyorum. Anne ve babamın bana veremediklerine veya verdiklerine değil de, asıl mesele onlara yetişkin bir birey olarak, kabul ve onay verebilme olgunluğuna erebilme gücünü kendimde elde etme.”
Uzmandan duyduğu cümleleri uykuyla uyanıklık arasında tespih çeker gibi tüm gece sabaha kadar çekti. Bir kitapta okumuştu: “Yüzde seksen terapi alan kişilerin annesiyle ilişkisi bozuktur.”
Babaya giden yolu anne açar çocuğa;
“Sen onun gibi olursan sevinirim Aylin,” dese annesi ona, “doğru cümle…”
“Sen baban gibisin, sizin soyunuz bozuk,” yanlış bir cümle… Ne gariptir ki! Bu konuda en fazla hatayı analar, alttaki mesajı vererek yapar: “Bunu senin için yapıyorum.”
Dünyada kötü bir şey harekete geçerse, kötülüğü harekete geçiren güçler bil ki Aylin, tamamen ahlak dışı bir hareket içindedir. Hayatın onlar için bir önemi yok. Kötüler gücü nereden alır biliyor musunuz? Başka bir yerden gelen hareketten… Yoksa tek başına bir insan kitleleri nasıl kötülüğe sürükleyebilir? Arkamızdan bize etki eden güçler. Tanrı belki de dünyada, yeni bir çığır açmak için, kötülük yapacak bir insanı görevli olarak seçiyor olabilir. Tıpkı iyi birilerini seçtiği gibi (Peygamber, Filozof vb.).
Aylin kendi çocuk ve yetişkin haliyle birlikte göz göze: “Tüm bu yaşadıklarım neydi ve nedendi?” diye kendine bağırmak için güçlenmek istedi, o gücü kendinde bulamadı. “Haydi uyuyalım Aylin,” diyerek sakinlik içinde zihnini sonsuz boşluğa teslim etti.
Kendi ailesine duyduğu içsel bir öfkeyle, duyguları kör gibiydi. Aylin ailesinin düzenine boyun eğmek zorunda olduğunu çünkü kendi kader çizgisinden ayrıldığı zaman zorluklar karşısında çaba gösterecek bir güçten yoksun olduğunu o gün, o olayla anlamıştı. Kendine bunun için kızgındı. Cesaret yoksunuydu, fakat iyi bir amaçtan yoksun bir ilişkiler ağında nasıl cesaretli olabilirdi? Babasının ekmeğini yiyordu, onun sözünden çıkamazdı. Düzen ve bağlılık istiyor, yalnız hayatında denge kurmakta zorluk çekiyordu.
Kendini dengesizliklerinin içinde kilitlenmiş hissediyordu. Bulaşmıştı bir kere amacı kötü bir arkadaş grubuna. Aylin belli bir alanın, belli bir düşünce sisteminin evladıydı ve bu sistemden bir kere çıkmaya cesaret gösterdiğinde başına gelmedik kalmamıştı. Bu sistemin dışına çıkmadan özgürlük içinde yaşayabilirdi; fakat bu sistemin dışında özgürlük var zannederek boşuna hayaller kurmuş olduğunu geç anlamıştı. İnsan ancak bir ilişki içinde özgürdür.
Çocuk sahibi olan bir anne “Ben özgür olmak istiyorum” diyemez… Bağlılığın içinde özgürlük adına bireysel bir şeyler yapabilir. Bağlı olmak iyidir, bağımlı olmak bireyin kendine yaptığı bir kötülük çeşididir.
Bu gruba takıldığı günden beri delilik derecesinde onlara karşı tutkulu, bir o kadar daha gerçek bir ilişkiden yoksun olduğunu hissediyordu. Bunların arasında tam olarak arzuladığı şeyin ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Gerçek bir ilişkimi, bu ilişki biçiminin geleceğe dair bir şansı var mı? Coşkuyla alınan ve verilen her şeyde bir sahtelik var gibi geliyordu.
Başka bir kuvvet tarafından sürükleniyor, aptallaşıyor, kendi kişiliğinden kimliğinden uzaklaşarak sadece o arkadaş grubunun yönüne doğru hizmet eden şeyleri algılayabiliyordu. Onların yanında kendini büyük ve yüksek biri gibi hissediyor ama yine de bu ilişkiler ağında ona göre eksik olan bir şeyler vardı. Kendi aile yapısına uygun olan, onlarda hiçbir şey yok.
Ait olduğu alan dışına çıktığı zaman kendinden geçip güçsüz biri olduğunu fark etse de, suç işlemenin vicdan azabıyla, suçluluk içinde, psikoz-nevroz, Allah ne verdiyse her türlü psikolojik manipülasyonlara adım atmış gibi davranışlar sergiliyordu. Aile kurallarına aykırı olarak suç işlemiş ve ailesi tarafından dışlanma korkusu nedeniyle psikolojik bozukluğa tutunarak kırılma noktasını, şımarıklıklarıyla tamir etmeye çalışıyor modunda bir yaşam döngüsü içine gittikçe çekiliyordu.
Ruh ve zihin bedenden ayrı fakat onların arasında kendi yerinde duruyor. Arzu-özlem sadece bir düşünce olamaz, aynı zamanda acıyı da kapsayıcı bir şeydir. Ruh sadece yalnızlığı, umut, özlem, diğerine yakınlık ve sadakati tanıyabiliyordu. Ruhun ihtiyaçlarına kulak vermek, toplumsal şartlanma ve dinsel önyargıların kör, anlamsız baskılarını ayırt edebilmeyi sağlar.
Bir yere ait olma hissinin büyük bir tehlike altında olduğunu hisseden birey için kendi yerini sağlamlaştırmak, ötekini yani, içgüdüsel olarak farklı olanı dışlama eğilimi gösterir. Aylin’in vicdan, denge, içgüdü gibi tüm algılama organları hasar almıştı. İyi bir şey yaptığımızda vicdandan hiçbir zaman söz etmeyiz. Kötü bir şey olduğu zaman vicdan dirilir ve:
“Vicdanım sebebiyle böyle yapmak zorundayım,” cümlesini duyarız.
Vicdan ait olma ve bağlılık adına iş görür. Denge ise alma ve verme üzerine vicdana bağlıdır. Sürekli Aylin’in vicdanı sızlıyor ve suçu kendi üzerine alarak büyümekten bir yetişkin olarak hayatına devam etmekten korkuyordu. Annesi etrafında pır pır dönüyor, sevgiyle onu sarıp sarmalıyor gibiydi… (Aslında anne kendi itibarını kurtarmak için çabalıyor da olabilir.)
Aylin bu güçsüzlüğünü kullanarak, (kendine bir çocuk gibi) tüm aile üyelerini bağlamıştı. Sıkılmıştı. Teyzesi bile:
“Keşke benim annem senin annen gibi bu kadar anlayışlı olsaydı,” diyerek onu yatıştırmaya çalışıyordu.
Yetişkin olma isteği ağır basıyor, bunu gerçekleştirmek isterken insanların insani sınırlarını zorladığını fark ediyordu. Zihni dengede olsa, yetişkin biri gibi tüm yaşanmışlıklarını kabul etse ve o olay öncesi gibi yoluna aynı kararlılıkla devam edebilecek gücü bulsa yeterdi. Tüm bu isteklerini başaramadığı için kendini iyi bulmuyordu. Ona iyi gelecek, onu yargılamadan dinleyecek insanlara çok ihtiyacı olduğunu biliyordu.
Bu zorlu süreci organizmasına iyi insan olma özelliklerini yeniden sevdirerek aşabilirdi. Tekrar geri dönmek istedi. Bu yola giren artık geri dönemez. Ellerini cansız bir şekilde aşağıya saldı. Dizlerini karnına doğru çekerek ayaklarını düz bir çizgide uzattı. Ağzından köpükler aktı ve gözlerini tavana dikti. Ne de çok uzun sürmüştü Azrail ile muhabbeti.
Sorgu, sual… Annesi onu o halde bulduğunda anlamıştı sözünü tuttuğunu. Karamsar duygu ve düşüncelere sahip, geleceğe dair umutsuz Aylin, yalnız kalma korkusu, çaresizlik, günlük ihtiyaçlarını gidermede güçlük çeken ve basit kararları vermekte zorlanan Aylin, sonunda bir karara varmıştı.
Anne ellerini dizlerine vurdu sessizce ve belki de saatlerce orada, onu eşi bulana kadar dizlerine vurdu ellerini.
“Ben seni doğduğun gün her şeyden çok sevdim Aylin’im. Elveda…”
Farklı olan dışlanırmış… Ya yaşamdan, ya gruptan, ya toplumdan, ya aileden… Kinle, nefretle, kıskançlıkla, ölümle dışlamak… Birisine karşı kin, nefret, kıskançlık duyuyorsanız, zehiri siz yutuyorsunuz lakin başkasının ölmesini bekliyorsunuz, der Cicero.