Bastırılmış Duygular: Toplumsal Normların Gölgesindeki İnsan

27 Görüntüleme
3 Dak. Okuma

Günümüzde bireylerin yaşadığı birçok psikolojik sorun, sadece bireysel değil, aynı zamanda toplumsal yapıların bir yansımasıdır. Bastırılmış duygular da bu yansımaların en derin ve en görünmezlerinden biridir. Sosyolojik açıdan bakıldığında, bastırılmış duygular yalnızca bireyin iç dünyasında değil; normlar, değerler, roller ve güç ilişkileriyle şekillenen sosyal bir zeminde oluşur, pekişir ve aktarılır.

Toplumun “Uygun” Duyguları

Her toplum, bireylerinden bazı duyguları göstermelerini teşvik ederken bazılarını bastırmalarını bekler. Örneğin ataerkil bir toplumda erkekler için öfke, güç ve tahakküm duyguları normalleştirilirken; korku, kırılganlık ve ağlama gibi duygular bastırılması gereken “zayıflık” belirtileri sayılır. Kadınlar içinse tam tersi geçerli olabilir: Şefkat, anlayış ve fedakârlık gibi duygular öne çıkarılırken, öfke ve cinsellik gibi duyguların bastırılması beklenir.

Bu durum, Emile Durkheim’ın “kolektif bilinç” kavramıyla açıklanabilir. Toplumsal normlar, bireyin kendini kontrol etmesini sağlayan görünmez bir ağ örer. Birey, toplum tarafından makbul sayılan duyguları içselleştirirken, kabul görmeyen duyguları bastırır. Ancak bu bastırma süreci, zamanla bireyin öz benliği ile toplumsal benliği arasında çatışmalara yol açar.

Gündelik Hayatın Sessiz Tanıkları: Bastırılmışlık

Erving Goffman’ın “gündelik hayatın dramaturjisi” yaklaşımına göre, bireyler toplumsal yaşamda birer aktördür ve topluma uygun roller üstlenirler. Bu rollerin içinde gerçek duygulara her zaman yer yoktur. Bir kadının iş yerinde maruz kaldığı cinsiyetçi bir şakaya “neşeyle” gülümsemesi, bir erkeğin ağlamak yerine içkiyle teselli araması, bastırılmış duyguların gündelik yaşamdaki küçük ama anlamlı örnekleridir.

Modern toplumda duygular artık yalnızca bastırılmakla kalmıyor, tüketim kültürü içinde yönlendiriliyor. Duygular, kapitalist sistemin sunduğu ürünlerle “tedavi” ediliyor. Üzgünsen bir tatlı ye, stresliysen bir tatile çık, kırgınsan alışveriş yap. Bu durum, bastırılmış duyguların kendiliğinden dışavurumunu değil, piyasa tarafından şekillendirilmiş “kontrollü boşalım”larını teşvik ediyor.

Duyguların Toplumsal Mirası

Bastırılmış duygular sadece birey düzeyinde kalmaz, kuşaktan kuşağa aktarılır. Pierre Bourdieu’nün “habitus” kavramı burada devreye girer. Bireyler içinde doğdukları sosyal çevreye ait davranış kalıplarını, duygulanım biçimlerini ve bastırma mekanizmalarını farkında olmadan devralırlar. Örneğin, “bizde erkek ağlamaz” söylemi sadece bir yasak değil, aynı zamanda kültürel bir aktarımın ürünüdür.

Bir başka örnek, göçmen ailelerin çocuklarında görülür. Aile, yaşadığı travmaları dile getirmez; çocuk ise bu bastırılmış duyguların ağırlığını, anlam veremediği bir “sıkışmışlık” olarak hisseder. Toplumsal bastırma burada sadece bireysel bir sonuç yaratmaz; aynı zamanda toplumsal adaletsizlikleri ve eşitsizlikleri görünmez kılma işlevi görür.

Sonuç: Duyguların Özgürleşmesi Sosyal Bir Mücadeledir

Sosyolojik açıdan bakıldığında bastırılmış duygular bireysel değil, kolektif bir sorundur. Bastırılan her duygu, aslında toplumun görünmez yasalarına bir itaat biçimidir. Gerçek anlamda özgürlük, bireyin duygularını ifade edebildiği ve bu duyguların toplumsal karşılık bulabildiği bir yapı içinde mümkündür.

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Sosyolog
Yorum yapılmamış

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version