Bilgi Oburluğu

59 Görüntüleme
3 Dak. Okuma

Günümüzde çoğumuz, sahip oldukça değer kazandığımızı sanıyoruz. Para, eşya ya da unvan biriktirdikçe, içimizdeki boşluğu dolduracağımıza inanıyoruz. Oysa bu biriktirme tutkusu sadece maddi alanla sınırlı değil. Bilgi de artık sahip olunacak bir nesneye dönüşmüş durumda. Bilgiyi öğrenmek için değil, sahip olmak için istifliyoruz.

Bu durum, aslında yaşam hipnozunun etkisinde olduğumuzun bir göstergesi. Ego, çocukluktan itibaren ailemizden, çevremizden, medyadan aldığımız verilerle şekilleniyor. Ve gelişimimizin önünde görünmeyen bir engel haline geliyor. Maddi başarıları, kariyeri ya da bilgi birikimini gelişmişlik göstergesi sayıyor; kendimizi kandırarak mutluluk oyunu oynuyoruz.

Hayat bazen bizi sarsar. Acılar, kayıplar ya da içsel boşluklar değişme arzumuzu tetikler. Bu noktada kitaplara sarılır, filmler izler, seminerlere katılır ve “olgun” insanlarla sohbet ederiz. Tüm bu süreçte bilgi biriktirmeye başlarız. Sanırız ki ne kadar çok şey öğrenirsek, o kadar çok değişiriz. Ancak farkında olmadan egonun bir başka oyununa düşeriz: Bilgiyle üstünlük kurma arzusu.

Yeni öğrendiklerimizi çevremizle paylaşmaya, fikir beyan etmeye, başkalarına akıl vermeye başlarız. Egomuz, bu bilgiyi bir tür güç olarak kullanır. Niyetimiz belki iyi olabilir ama özünde tutkuyla sahipleniriz.

Arkadaş ortamlarımızda, sohbetler bilgi şovuna dönüşür. Nasıl ki yeni zenginler görgüsüzce eşyalarını sergiler, biz de zihnimizde biriktirdiğimiz bilgiyle övünürüz. Üstünlük kurarız, farkında olmadan. Bilgi bizi dönüştürmez; sadece daha karmaşık bir ego zırhı örer.

Zihnimiz, kitaplar, belgeseller, seminerler, alıntılarla dolup taşar. Ama o zihinsel dağınıklık içinde gerçek gelişim bir türlü gerçekleşmez. Çünkü öğrendiklerimizi sindirmemişizdir. Bilgiyi özümsemek yerine bir yük gibi taşırız.

Ne zaman ki hayat bizi gerçekten zorlar — bir kayıp, büyük bir sarsıntı ya da hayal kırıklığı — işte o zaman o sahip olduğumuzu sandığımız bilgilerin aslında işe yaramadığını fark ederiz. Tüm o sözler, kavramlar, kitaplar bir anda anlamını yitirir. Bu farkındalık, ilk uyanıştır. Bilgiye sahip olmakla, bilgeliğe erişmek arasındaki farkı görmeye başlarız. Sahip olunan bilgi, hakikati açıklamaya yetmez. Ancak bir bakış açısı kazandırabilir. Bu fark ediş, bizi bilgi obezliğinden bilgi arılığına doğru yöneltir.

Tıpkı dolaplarımızı baharda temizlediğimiz gibi, zihnimizi de arındırmamız gerekir. Gereksiz, kullanılmayan, sadece yük olan bilgileri ayıklamalı; kalanları ise yaşam deneyimimizle harmanlamalıyız. Dışarıdan aldığımız bilgiyi kendi akıl süzgecimizden geçirerek damıtmalı, onu bizim kılmalıyız.

Ve sonunda, şu gerçeği fark ederiz: Sahip olduğumuz bilgi, insanlık tarihinin bilgisi içinde yalnızca bir damladır. O damlayla övünmek yerine, o deryaya karışmanın ne demek olduğunu öğreniriz. Bilgi biriktirmek yerine, hiçliğin sadeliğini tercih etmek… İşte gerçek bilgelik belki de budur.

Ego her zaman sahip olmaya meyillidir: Para, eşya, bilgi… Oysa gerçek benlik, sahip olmakla değil, olmakla ilgilidir. Bilgi biriktirdikçe değil, özümseyip sadeleştikçe gelişiriz. Ve bu yolculukta asıl kazanç, artık kim olduğumuzu biliyor olmaktır — bütün etiketlerden, yargılardan ve gösterişlerden sıyrılarak…Belki de en büyük gelişim, hiçliğin tadını çıkararak hayatı seyretmeyi öğrenmektir.

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yapılmamış

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version