Sevgili okuyucular, bugün tasavvuf okyanusunun büyük değerlerinden Yunus Emre’nin, “Hiç kimse bilmez bizi, biz ne iş içindeyiz” mısraını kabımın elverdiği ölçüde değerlendirmeye çalışacağım.
İnsanın kendini tanıması, hayatı boyunca tam anlamıyla mümkün olmuyor. Çoğumuz kendimizi rollerimizle, mesleğimizle, statümüzle, ait olduğumuz grup, toplum, din ve kültürle tanımlıyoruz. Dünyayı çoğunlukla tek boyutlu, maddi ve mekanik açıdan değerlendirdiğimiz için, bu unsurlar “Kimim?” sorusunu cevaplamaya yetmiyor.
Hayat içinde sürekli bir hedeften ötekine “Başarmalıyım” dürtüsüyle koşuyor, hedeflerimizin bir kısmını gerçekleştirince kendimizi tanıdığımızı zannediyoruz. Fakat başımıza gelen olaylar, karşılaştığımız insanlar, girdiğimiz ilişkiler ve yaşadığımız kayıplar sonucunda öyle tepkiler veriyor, öyle duygular yaşıyoruz ki kişiliğimizin hiç bilmediğimiz yönleriyle yüzleşiyoruz.
Ne var ki bizi rahatsız eden yönlerimiz ortaya çıkınca, bunları görmezden geliyoruz. Savunma mekanizmalarıyla bastırıyoruz. Farkındalıktan uzak ve manevi boyutumuzdan habersizsek, hayatı zevk ve tüketim merkezli yaşarız. Bu da dünyanın kendimizden ibaret olduğu yanılgısına düşmemize ve bencilce davranmamıza yol açar. Şişkin benliğimizle, oynadığımız rollerin kendi gerçeğimiz olduğunu sanır; bir ömür kendi ellerimizle kurduğumuz hapishanede, kişiliğimizin katmanlarını ve üst boyutlarını tanıyamadan yaşayıp gideriz.
Doğduğumuz andan itibaren toplumun çeşitli birimleri tarafından dogmatik, hatalı ve çarpıtılmış bir paket program zihnimize yükleniyor. Bu program, kişiliğimizin zenginliğiyle, gerçek kendimizle ve hakikatimizle tanışmamızı engelliyor. Bizi tek bir boyuta indiriyor; bir kutuya kapatıyor. Dünyayı o kutunun içindeki dar pencereden görüyor ve kendimizi tanıdığımızı zannediyoruz.
Kendimizi bilmediğimiz için başkalarını da tanımıyoruz. İnsanları tüm yönleriyle değerlendirdiğimizi sansak da çoğu zaman sadece tanıyormuş gibi davranıyoruz. Diğer yönlerimizi ve katmanlarımızı bilmediğimiz için sonunda hem kendimize hem başkalarına yabancılaşıyoruz. Buna rağmen çevremizdeki insanların zaafları, olumsuz özellikleri ve davranışları hakkında ahkâm kesmeye bayılıyoruz; başkalarını kolayca yargılıyor ve etiketliyoruz.
Yunus Emre’nin bu mısrası, aslında içimizdeki “başka bir ben”e dikkat çekiyor. Hepimizin çok sevdiği “Bir ben vardır benden içeri” ifadesinde olduğu gibi. Bu “benden içeri” olan nedir, kimdir, neyi temsil eder? Bu sorunun cevabını verebilirsek, acaba kişiliğimizin bilmediğimiz yönlerini çözebilir miyiz? “İlim kendini bilmektir” ile “Bir ben vardır benden içeri” mısralarının aynı hakikati işaret ettiğini idrak edebilmek, gönlümüzde derin duygular uyandırıyor ve aşk kıvılcımları çıkarıyorsa, doğru yoldayız demektir.
İnsan, arkadaşlar edinir, onlara bağlanır, duygusal yatırım yapar ve dostluk geliştirir. Kişi, kendini başkaları üzerinden tanıyabilir; bunu tek başına başarması zordur. Fakat gün gelir, çok sevdiğimiz dostumuz, arkadaşımız ya da aile bireyimiz bizi üzebilir, istismar edebilir veya yıkıcı davranabilir. Bu yüzden ilişkimize son verir ya da aramıza mesafe koyarız. Çok güvendiğimiz birinin bize bunları yaşatması büyük hayal kırıklığına yol açar.
Bu olumsuz sonuçların en temel nedeni, kendimizi tanımamamız; nereden gelip nereye gittiğimizi bilemememizdir. Hayat anlayışı yalnızca yemek, içmek, çoğalmak, sahip olmak, tüketmek olan bir insan, kendini tanımaktan çok uzaktır. Yaşadığı derin ölüm korkusundan dolayı oynadığı başarılı ve mutlu insan rolüne kendini inandırır. Ölüm karşısındaki var olamama acısını, şişkin benliğin oluşturduğu sahte bir güçlülük ve iyi hissetme duygusuyla gidermeye çalışır.
Peki insan, içindeki sonsuz ben ile, gizli hazinesiyle nasıl tanışır? Gaflet uykusundaki kişi bunu gerçekleştiremezse, başkalarının hayatını yaşayarak ve sahte benliklerinden kurtulamayarak ömrünü tüketecektir. Sonsuz mutluluk ve huzura kavuşma fırsatını tepecektir. Zihnindeki hatalı veri tabanları yüzünden geçmişin pişmanlığı ile geleceğin kaygısı arasında sıkıştığı için kendine kavuşma imkânı yoktur. Zaman algısına esir olduğumuz için, hiçbir zaman anın gereğini yerine getirip doğru seçimler yapamayız. Çoğumuz dış dünyadan gelen uyaranları doğru değerlendiremiyor ve acele hüküm veriyoruz.
İçimizdeki muazzam potansiyele kavuşmak için ihtiyacımız olan tek şey, içinde bulunduğumuz anı idrak edebilmek ve onun geçmiş, şimdi, gelecek zamanı içerdiğinin farkına varmaktır.
Söylemek istediğim şudur: Bin odalı beynimizin yalnızca bir odasında yaşıyoruz. Geri kalan dokuz yüz doksan dokuz odaya ulaşmamızı, hatalı işleyen programımız engelliyor. Hayat yolculuğumuzda hem maddi hem manevi, hem görünen hem görünmeyen, hem açık hem gizli yönlerimizin farkına vararak ilerlersek, bizi sınırlayan bilinçdışının alt bileşenlerini de keşfedebiliriz.
Beynimizin hatalı veri tabanlarını, kölesi olduğumuz eski fikirleri, inançları ve bilgileri terk edip, kişiliğimizin karanlık yönleriyle tanıştıkça temizleyebiliriz. Tekâmülünde ilerleyip yaşam hipnozundan uyananlar, Yunus’un işaret ettiği “Bir ben vardır benden içeri” ile tanışabilirler. Ancak o zaman bağımlılıklarından kurtulup potansiyellerini gerçekleştirmenin tadını çıkarırlar. Tüm ikiliklerden sıyrılarak başlangıçtaki tekliğe kavuşurlar.
İnsan ömrü boyunca kendi bilinmezliğini çözmek ister; fakat bunu tam anlamıyla başaramaz. Yunus Emre’nin zihnimde derin sorular uyandıran bu mısrasının özü, ancak yaşanarak keşfedilebilecek bir hakikattir.

