Bir Amaç Uğruna Yaşamak

21 Görüntüleme
6 Dak. Okuma

Şöyle bir bakalım geçmişimize. Tarih boyunca ne savaşlara, kahramanlıklara, katliamlara, yıkılan ve yeniden kurulan ülkelere bahsedilmektedir. Hemen hemen dünya tarihinde hiç savaşsız dönemler yaşanmamış neredeyse. Bunların bazıları isyanlar şeklinde olurken, bazıları ülke kapsamında, bazıları da dünya kapsamında olmuştur.

Ne yazık ki dünyamızın tamamını kapsayacak olan yeni bir savaş, neredeyse tüm ülkelerin kapısını çalmaktadır. Dünyanın ömrünü tam olarak bilmesek de, yapılan arkeolojik çalışmaların birçoğu hâlâ gizemini korusa da, bazı kazılar dünya ömrü konusunda sürekli yeni şeyler bize fısıldasa da, şu zaman diliminde dünyayı kapsayacak bir savaş, benzeri ne görülmüş ne de görülecek bir yıkım ve yok olmaya sebep olacaktır.

Şunu biliyoruz ki bazı düşünce akımları nedeniyle savaş kaçınılmaz bir hâldedir. Bu savaşlar illa olacaktır. Aslına bakılırsa, akıl ve vicdan dairesinden bu düşünce akımları değerlendirildiğinde, insanlar ne renkleri bakımından ayırt edilebilir, ne inançları bakımından üstünlükleri konuşulabilir, ne de ırk kavramından bir millet diğer milletten üstündür denilebilir. Tabii her ırk kendi ırkını daha çok sevip benimseyebilir, aynı çatı altında yaşayabilir ama asla bir ırk, “Asıl insanlık benim, diğer tüm ırklar bana hizmet için yaratıldı.” gibi Siyonist bir düşünce sergilememelidir.

İnsanlık, tüm insanların yaşam hakkını koruyacak yasalar üstüne kurulmalıdır. Ayrıca, bir millet ya da bir ülke içerisinde belli bir kitle yanlış düşünce akımı sergiliyorsa, bunun çözümü de yine ilimle, fenle olmalıdır. Hiçbir zaman ölümler, katliamlar, insan yaşamını tehlikeye atacak muamelelerle insanlara eziyet edilmemeli, insanlar yok olmaya sürüklenmemelidir.

Çağdaş denilen şu dünya zamanında, ilmin bu denli yaygınlaştığı, sokaktaki hayvanların, vahşi doğadaki canlıların dahi yaşam haklarının gözetilmeye çalışıldığı bu zamanda, maalesef hâlâ bazı ülkelerde sırf dini duyguları, düşünce akımları, etnik kökenleri bakımından utanç duyulacak eziyetler yapılmakta, insanlık dışı suçlar işlenmektedir.

Dini inanç kavramına göre dünya hayatının bir sınavdan ibaret olduğu, kimi düşünce akımlarına göre dünya hayatının sadece yaşama dair olduğu, bazı inançlarda ölümden sonra başka bir sûrette tekrar dünyaya geleceğimiz ve bunun gibi binlerce inanç olsa da, insanlığın şunu net biliyoruz ki: kesinlikle bir gün, şu an canlı dediğimiz her şey ölümü tadacaktır. Ölüm hakikatinin önümüzde olması, kaçınılmaz bir sonumuzun olması, bize devekuşu gibi kafamızı kuma gömmek değil; hayatı okuyup, hakiki inancı bulup, o uğurda yaşamaya çalışmayı söylemektedir aslında.

Hani madem öleceğiz, insanlık kavramının iyilik, vicdan ve akıl kapsamında bir karşılığı varsa, bize düşen, yüce bir amaç uğruna ölmek… Yani insanca ölmek.

Bunu elimize ne bir sihirli değnek almakla ya da tüm kötüleri öldürmek için silah alıp harekete geçmekle yapalım demiyorum. Her ne kadar bazı ülkeler için söylenmese de, sakin ve sessiz giden yaklaşık yüz yıllık dünya hayatında, artık uzun emeller sergilememeliyiz. Özellikle şu anki genç nesil, yaşının ötesinde bir olgunluk, yüce bir amaç ve kutsal bir irade sergilemelidir. Bunun için de evvela kendisinden başlayıp, kendisini sadece menfi duygulara sürükleyen, sadece kendi çıkarlarına iten, birilerine zarar verebilecek her türlü düşünceden, sorumsuzluklardan kurtulmalı; varlığını küçümsemeden tüm insanlık uğruna mücadele etmelidir.

Dediğim gibi, illa öleceğiz. Dünya hayatını her kim nasıl değerlendiriyorsa değerlendirsin, her kim insanlığı yokluktan varoluşa, her kim de dini inançlara bağlıyorsa bağlasın; bu insanın ruhundaki özden kaynaklanmaktadır. Ama insanlık için aklıselim olan her birey, insana ayırım koymadan, insanlık yaşamını gözeterek yaşamalıdır. Bu bazen sokakta bir çöp olabilir, yolda bir taş, susuz kalmış bir ağaç, beli bükülmüş, saçları ak, yardıma muhtaç bir ihtiyar ya da masum bir çocuk için olabilir.

İnsanın kendini bulduğu, yanlışı ve doğruyu ayırt edebildiği bu düşünce çerçevesi içinde amaçlar edinmelidir. Hem kendisi için, hem ailesi için, hem ülkesi hem de insanlık için olmalıdır. Artık ne ölümden korkmalı, ne yaşamaktan, ne de amaçlarına ulaşma yolundaki zorluklardan.

Amaçsız, yanlış ve kendini daha tam tanıyıp bulamadığı bir düşünce akımında, hele ki utanç duyulacak bir yaşam bataklığında ise, ölümden son derece korkmalıdır. Her ne kadar değişik düşünce ve inanç akımları olsa da, ruhumun varlığı aklıma şunu diyor ki: Şu çamurdan oluşan bedenin kutsal bir amaca hizmet etmekte ve bir gün toprak olacaktır; beni derinlerden hissettiğin ruh gerçeğin, ölümün penceresiyle sana görünecektir. İşte o zaman, insanca yaşamak, hakikati bulup gerçek bedenime giydirmediğinden dolayı, ebedi bir varlık çerçevesinde yüzüm kara kalacaktır. Bu hakikatin özü de aslında sadece senin kendi varlığındır. Ölüm seni bulmadan kötülüklerinden arın, paklan; en yüce zatın huzuruna çıkacak gibi temizlen ve süslen, yoksa utanılacak bir hâlde bir ebed kalacaksın.

İnsanın ruhu, düşünce yapısı ve kutsal inancıdır. Süsü, amaçları ve iradesidir. Elbisesi, takvası ve ahlakıdır. İnsan bu gerçekleri benimsediğinde ve kendini bulduğunda, şu an dünyayı saran şu kaçınılmaz savaşın neresinde olursa olsun, ister en ön cephesinde, ister en son halkasında olsun, ölüm onu bulduğunda kutsal bir amaç uğruna ölmüş olur.

Önemli olan, nerede nasıl olduğun değil, hangi amaçla olduğun. Nerede nasıl öldüğün değil, ne amaçla öldüğün.

Düştüm şu dünya bataklığına, yüküm ağır,
İçimde bir düşman, hem kör hem sağır,
Ne yapsam da kurtulsam şu yükümden,
Ey beni ben yapan ruhum, aklımı çağır.

Süsü sarmış çevremi dünyanın, içimde bin kahır,
Bir yüzü görünse de hakikatin, sanki sokaklar ahır,
Nerede bizi biz yapıp uyandıracak güç,
Çık gel karanlık kuyundan, avazın çıktıkça bağır.

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yazar & Şair
Yorum yapılmamış

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version