Bir Toplumun Aynası

41 Görüntüleme
4 Dak. Okuma

Adalet… Kulağa çok büyük, çok kutsal gelen bir kelime. Ama aslında adalet, devletin yüksek mahkemelerinde ya da hâkimlerin kürsülerinde başlamaz. Adalet evde başlar. Ailede. Kalpte. Sonra büyür, büyür ve toplumun omurgasını oluşturur. Çünkü adalet, bir kavramdan çok daha fazlasıdır; bir yaşam biçimidir. Vicdanla el ele yürür, merhametle beslenir.

Çoğu insan adaleti sadece başkalarından bekler. Haksızlığa uğradığında bağırır, çağırır, “Nerede bu devlet?” der. Ama aynı kişi, markette kasa sırasında birini ezip geçerken ya da hakkı olmayan bir şeyi alırken durup düşünmez. Çünkü biz genelde “adalet”i kendimize lazım olduğunda hatırlarız. Halbuki gerçek adalet, bir çıkar söz konusu olduğunda bile doğruyu seçebilmektir. Bir başkasının hakkı söz konusuysa bile susmamaktır.

Geçenlerde parkta çocuklarıyla oynayan bir grup kadının sohbetine kulak misafiri oldum. Kadınlardan biri, çocuğunun sınavda kopya çektiğini ama yakalanmadığını gururla anlatıyordu. “Zekâ işi tabii.” diye de ekledi. İçim burkuldu. Bir anne olarak çocuğunu başarıya yönlendirmek istemesi elbette doğal. Ama başarıyı adaletsizlikle elde etmeyi öğretmek, onun ruhuna verilen en büyük zarardı. Çünkü adalet, erken yaşta öğrenilen bir değerdir. Evde öğrenilir. Ve eğer evde eksikse, okulda, işte, toplumda da eksik kalır.

Adaletin yokluğu, sadece mahkemelerdeki dosyaların kabarmasına neden olmaz. Kalpler de daralır, güven azalır, insanlar birbirine şüpheyle bakar. Hakkını arayan değil, hakkı çalan kazançlı çıkarsa; dürüst insanlar değil, üçkâğıtçılar ödüllendirilirse, toplum yavaş yavaş çürür. Çünkü adaletin olmadığı yerde umut barınmaz, huzur kök salmaz.

Ben adaleti hep dengeyle özdeşleştirdim. Tıpkı terazinin iki kefesi gibi. Ne bir taraf fazla ağır basmalı ne de diğeri eksik kalmalı. Bir annenin iki çocuğuna eşit sevgi göstermesi gibi. Bir öğretmenin tüm öğrencilerine tarafsız davranması gibi. Bir yöneticinin yandaşına değil, hak edene fırsat vermesi gibi… Bazen adalet serttir, bazen yumuşak. Ama her zaman haklıdan yanadır. Her zaman doğru olanın yanındadır. İşte bu yüzden adaletli olmak cesaret ister. Çünkü çoğu zaman kolay olan değil, doğru olan zordur.

Günümüzde en çok aradığımız şey belki de adalet. Mahkemede, sokakta, okulda, iş yerinde… Ama ne garip, aynı zamanda en az verdiğimiz şey de o. Birini yargılarken ne kadar adiliz mesela? Ya da bir olayın sadece bir yönünü görüp hüküm vermek ne kadar adil? Kimi zaman bir cümlemizle, bir bakışımızla birinin hayatında telafisi zor izler bırakabiliyoruz. Oysa adalet, sadece mahkeme kararlarında değil, günlük hayatımızın her anında, her kelimesinde, her davranışında olmalı.

Bir toplumda gerçek adalet varsa, orada insanlar kendini güvende hisseder. Haksızlık karşısında susulmaz. Her birey bilir ki bir gün adalet yerini bulur. Ve bu bilinç, insanları daha iyi, daha vicdanlı yapar. Çünkü adalet, sadece haklıya hakkını vermek değildir; aynı zamanda haksıza da sınır çizmektir.

Bugün bir dakikalığına durup düşünelim: Adil miyiz? Evde, arkadaşlarımıza karşı, trafikte, markette… Küçük bir davranışımızla bile adaleti yaşatabiliriz. Haksızlık karşısında susmayarak, doğru olanı seçerek, birinin hakkını gözeterek…

Unutma, adalet dediğin şey aslında seninle başlar. İçindeki sesi ne kadar dinlediğinle, vicdanına ne kadar kulak verdiğinle. Çünkü adalet; kitaplarda yazılı kanunlar değil, insanın kalbinde saklı vicdandır.

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yapılmamış

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version