Coğrafya Kederdir

51 Görüntüleme
3 Dak. Okuma

Evrenin yaşı 13,5 milyar yıl.

Dünyanın yaşı 4,5 milyar yıl.

İnsanlık tarihi 300 bin yıl öncesine kadar gidiyor. Ve yapılan her bilimsel keşif bu tarihleri çok daha eskilere götürüyor.

Ve insan denilen varlık, 80 yıllık küçücük ömründe milyarlarca yıllık dünyanın sayısız nimetlerine doymuyor. Karnı doysa gözü doymuyor. Aklı doymuyor, kalbi doymuyor, ruhu doymuyor. Açgözlülük, daha çoğunu elde etme hırsı, bencillik, kibir, güç sarhoşluğu insanlığı ele geçirmiş durumda. Tüketiyor, bittiğinden şikâyet ediyor; yakıyor, yıkıyor, yokluğundan şikâyet ediyor.

Yazların sıcak ve kurak, kalplerin kuru ve çorak olduğu bir coğrafyaya denk geldik. Daha kötü ne olabilir ki denilecek bir şey bırakmadık. Savaşlar, yıkımlar, sömürüler, yağmalar, talanlar birbiriyle yarışıyor.

Hava, su, toprak kirleniyor; ağaçlar yanıyor. Ormanlar, cümle kuşu, böceğiyle yok oluyor. Eskiden katılanların çokluğuna binaen dünya savaşı olurdu, şimdi dünyanın kendisi savaş alanı. Kılıçlı, kalkanlı, toplu, tüfekli savaşlara doymadık; ekonomik, medya, siber, biyolojik, nükleer gibi isimlerle savaş fantezilerimizi çeşitlendirdik.

Kışların uzun ve soğuk, vicdanların buz kestiği bir çağa denk geldik. Merhametimizi insanlığımızla birlikte yitirdik. Onca kötülüğü görmezden geldik. Görmeye, duymaya bile tahammül edemeyip kafamızı çevirdik, kulaklarımızı tıkadık. Ölen, yok olan insanları film izler gibi izledik ama filmlere üzüldüğümüz kadar bile üzülemedik.

Coğrafya kederdir. Orta Asya, Orta Doğu, Orta Afrika… Her şeyin ortasında ama acının, gözyaşının, açlığın, yoksulluğun kıyısında insanlığın sonunu yaşıyor.

Doğu Türkistan’da, Türklüğün öz yurdunda bir millet sürgünlerde, hapishanelerde can çekişiyor. Dilini, dinini, kültürünü, canını kaybetmemek için soykırımla mücadele ediyor.

Gazze’de her akşam ölüme yatıp her sabah ölüme uyanıyor insanlar. Ve gün boyu ölüyor kadınlar, çocuklar, gençler, yaşlılar. Uçaklar, bombalar yetmiyor; açlıkla öldürülüyor insanlar.

Bir kuru ekmeğe muhtaç ettiler. Bir damla suyu çok gördüler güzel gözlü çocuklara. Ev diye yıkıntılara, aile diye cesetlere sarıldı güzel yüzlü çocuklar. Ah çocuklar… Eğilip kurumuş ellerinizden öpsem diner mi içimdeki sancı? Size nefes olamayan göğsüm kendime bile yabancı. Göğsümde bir kalp taşıyorum sanıyordum, yokmuş meğer. Olsaydı nasıl dayanırdı çığlıklarınıza, gözyaşınıza?

Bitmeyen zulüm yapmışlar, adını da 21. yüzyıl koymuşlar. Yaşa, nasıl yaşayabilirsen…

Düşünen, empati kuran, incinen, merhamet eden, seven, sevilen, iyi niyetli insanlar için gerçek bir zulüm çağındayız.

Coğrafyamızın kederini insanlığın kaderiyle yaşıyoruz. Ölenle ölmüyor, yaşayanla gülmüyoruz. An be an, birer birer yok olmanın adına yaşamak diyoruz. Çoğu zaman bir şey bile demiyoruz, isim vermiyoruz, anlamlandırmıyoruz. Öylesine basit, öylesine sıradan, öylesine anlamsız yaşar gibi yapıp gidiyoruz.

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yazar & Şair
Yorum yapılmamış

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version