Döngü

18 Görüntüleme
5 Dak. Okuma

Doğar doğmaz göbek kordonumun benden koparılışı ile yüzleştim yaşamla. Artık hiçbir şey alıştığım gibi olmayacaktı. Korunaklı ve rahat yuvamın tılsımı bozulmuş, vahşi ve karmaşık bir dünyaya adım atmıştım. Tabii bu durumu anlar anlamaz bastım çığlığı. Ortalığı ayağa kaldırmam işe yaramıştı. Yumuşacık ve güzel kokan, güvende hissettiğim bir yere yatırdılar beni. Sonra da o yumuşacık bölgenin bir kısmını ağzıma dayadılar. Zor oldu doğrusu. Ama biraz çaba ile karnım doymuştu. Her şeye alışıyor insan. Öncelikle de yaşamaya.

Benimle ilgilenen tuhaf canlıların dilini bilmiyorum. Onlar da beni anlıyor sayılmaz. Bazen aç oluyorum, bazen karnım ağrıyor. Ağlıyorum, bağırıp çağırıyorum. Sonunda uzun saçlı olan biraz daha doyurmayı akıl ediyor. Gerçekten çok şaşkın ve acemiler.

Zaman geçiyor. Sütten bıktım. Yeni şeyler denemek istiyorum. Bizim şaşkınlar renkli ve çok güzel kokan şeyler yiyor. Bu haksızlık. Onların ellerine filan sarılmalıyım, yemek istediğimi anlatmam gerek.

Bu canlılar şu iki uzun şeyin üzerinde nasıl duruyor? Üstelik durmakla kalmıyor, bir de istedikleri yere gidiyorlar. Aynı şeylerden bende de var. Ama şu çorap dedikleri garip ve sıkıcı şeyler bana engel oluyor sanırım. Onlardan kurtulmam lazım. Tabii uzun saçlı ve inatçı canlı (sürekli “annecim annecim” diyor bana), bıkmadan usanmadan onları ayaklarıma takıyor. Sanırım burada tutsağım ben. Özgür olmak istiyorum. Acilen şu uzun parçalarımı kullanmayı öğrenmem gerek.

Artık geziniyorum. Hatta koşuyorum. Anne baba denen bu canlılar da peşimden koşuyor. O kadar çok tekrar ediyorlar ki aynı şeyleri. Onların dilini öğrenmeye başladım: Anne, baba, mama, adda, bay bay… Kulağa saçma geliyor. Ama bu kelimeleri tekrar ettiğimde bana bakan bu canlılar beni alkışlıyor.

Neyim ben? Yeteneksiz filan mı?

Artık çok iyi koşuyor ve bizimkilerin dilini de iyi konuşuyorum. Ama şunu fark ettim ki, onların dilini konuşmaya başladığımdan bu yana hiç anlaşamıyoruz. Onların en sevdikleri kelimeyi hiç sevmiyorum: “Hayır!”

Bu çok saçma bir kelime. Duyar duymaz kendimi yerden yere atmak istiyorum. Çünkü bu kelime yasak demek. Bu kelime engel demek. Ama “evet” çok güzel. Hep evet demeli canlılar. En azından benim canlılar evet demeli, bence.

Anaokulu diye bir yere götürdüler beni. Bir sürü benim gibi çocuk var. Çocukmuşum ben. Öyle diyorlar. Fazlası var. Bir kızmışım. Saçlarım annemin saçları gibi uzun. Her sabah saçlarımı taramasından hoşlanmıyorum ama anne bundan hoşlanıyor diye sesimi çıkartmıyorum çoğu zaman. Bazen de itiraz ediyorum. Saçlarım benim sonuçta. Onların dağınık olmasını istediğim zaman dağınık olmasından daha doğal ne olabilir ki?

Bazen bizimkiler tartışıyor. Bu durum beni ürkütüyor. Bizimkiler beni özgür bırakmasa da onları seviyorum ve onları bir arada görmek istiyorum.

Ergenlik dönemindeyim. Bedenimdeki değişikliklerin davranışlarımı kontrol etmesi can sıkıcı. Bu durumdan benim de memnun olmadığımı bizimkilere anlatmam gerek. Ama o zaman zayıf olduğumu düşünürler. Susuyorum ya da yeni doğduğum vakitlerde olduğu gibi bağırıp çağırıyorum.

Bir de derslerimi kafaya takmasalar, bizimkilerle daha kolay anlaşabilirdim.

Kalbim atıyor. Yani her zaman atıyordu da ben yeni fark etmiş gibiyim. Aşık olmak böyle bir şey demek ki.

Kalbimde bir bıçak var. Çekip çıkarsam acısı geçecek. Ama bu görünmeyen bıçağı çıkarmak kolay olmayacak sanırım. Buna da ayrılık acısı deniyormuş.

Annemle dertleşebilseydim acım hafiflerdi belki.

Evleniyorum. Hayalimdeki adam değil ama güvende hissettiriyor. Mutlu olmayı umuyorum.

Bizimkilerin neden tartıştığını anlıyorum artık. Bazen insan, sorunları çözmekten ne kadar aciz. Keşke kızım bu kavgalara şahit olmasa.

Kızım evlendi. Yüreğim pır pır. Mutsuz olacak diye aklım çıkıyor. Benim geçtiğim yollardan geçecek olması ve onu uzaktan izlemek zor.

Kızımın bir oğlu oldu. Her şeyi planlı. Benim yaptığım hataları yapmamayı kafasına koymuş. Dilerim planları tıkırında işler.

Ellerim titriyor. Yemeği üzerime dökmek istemiyorum ama her defasında batırıyorum ortalığı. Kızım pek ses etmese de içten içe kızıyor. Tıpkı o bebekken etrafı berbat ettiğinde benim ona için için öfkelendiğim gibi.

Zaman nasıl da geçti. Beyaz ışığa doğru mu yürünüyordu? Nasıl oluyordu bu işler? Yeni yolum olması bu uzun tünel. Ve yine yalnız yürüyeceğim aşikâr. Tıpkı yetmiş altı yıl önce olduğu gibi.

Kızım ağlıyor. Oğluna sarılmış. Geçecek biliyorum. Her şey geçer.

Dünya denilen bu yer, yolculuk sırasında verilmiş molada konakladığımız cazibeli, lakin bolca gizemli bir odası olan bir otel gibi.

Üzerimdeki toprakta büyüyen güller gibi ömür. Şimdi kış. Yani, yapraksız mevsim…

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Eğitmen / Yazar
Yorum yapılmamış

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version