Dün Bir Yaş Daha Büyüdüm

40 Görüntüleme
5 Dak. Okuma

Dün bir yaş daha büyüdüm ben. Öyle bir gecede olmadı elbet. Düşlediğim hikâyelerde bıraktığım eller oldu. Süslü bir şiir defterinin sonuna gelmişim gibi… Biriktirdiğim onlarca anım oldu.

Yarınlardan hep umutlu, her sabah mutluyum — orası ayrı. Yine de vazgeçmeyi öğrendim.

Kalbimi sere serpe yayıp güvenmekten vazgeçtim mesela. Oldurmaya çalıştığım pek çok şeyi bıraktım. Olanı da olmayanı da kabul etmeyi seçtim. Umutlarımı aldım cebime, en çok kendi düşlerime inandım.

Kendim bile değişirken kimselerden aynı kalmayı bekleyemezdim. Sevdim, yüreklendim. Sonra şükrettim… Dümdüz yaşamaya şükrettim. Rutini nimet sayıp koydum başıma. Üç kere öptüm önce. Televizyonda üç-dört bölüm dizi bile izledim — aylar sonra.

Boş kaldığımda ne yapacağımı bilemiyordum çünkü pek boş kalamıyordum. Bir şeyleri bir yerlere sıkıştırmaktan vazgeçtim. Yapabildiğim kadarını yapmayı tercih ettim, bu defa. “Paşa gönlüm böyle bildi bugün de,” dedim. Azıcık miskinleştim, “Oh be,” dedim içimden, rahat ettim.

Bazı günler canım fena yandı — hem de başkaları yüzünden. Kaç gece uykusuz kaldım… Sonra içimde savaşlar verdim. Bazen o savaşları kazandım, bazen de kaybettim. Baktım, sonunda ne olursa olsun bitkin düşen hep bendim. Ben de tüm bu kötülükleri Allah’a havale ettim. “Yaradan vermiş canıma, sen yakarsın da O görmez mi?” dedim… Bıraktım olmuş olanı. En iyisini böyle bildim.

Ertesi sabah kalktım, yeniden gülümsemeyi seçtim. Ee, bardak benim elimdeydi nihayetinde. Yarısı doluydu ve bu dolu kalan kısımdan kana kana su içtim. Yaşamayı seçtim.

Yaşamak güzel şey be kardeşim. Yüzlerce nimet seriliyken önümde, öylece takılıp kalmak niye? Şükrettim… Benim olana şükrettim en çok. Sonra olmayana da şükrettim. Arayıp da bulunamayan yüzlerce hazineyle donatılmıştı dünyam. Bazen birkaç nefes, kimi zaman kana kana içtiğim o yarım bardak su, görebildiğim ağaçlar, yüzümü gülümseten gün doğumu… Hepsinden pek fazla razıydım. Sen de benden razı mısın Allah’ım?

Her insan gibi, pek çok dünya derdiyle sınandım elbet ben de. Oysa bildiğim bir şey vardı: Yaşananı yaşayan ne ilk kişiydim ne son kişi olacaktım. Herkesin çilesi kendine kocamandı. İnsanoğlu, her daim en büyük acıyı kendininki sanırdı. Öyleydi de… Her acı, kendine büyüktü işte.

Öğrendiğim bir başka şeyse, hiçbir acının aynı kalmadığıydı. Güzel olan şeylerden pek de bir farkı yoktu acıyan yaraların. Çikolatalı pastanın tadı nasıl ki kalmıyorsa damaklarda, acı da ilk günkü gibi durmuyordu yerinde.

Öğrendiğim bir başka şey ise zamanın öylece akıp gittiğiydi. Geri döndüremiyorduk ki yaşanan hiçbir şeyi… Olan oluyordu.

“Her şey geçicidir,” bu söz önünden bakınca üzüyordu beni. Tadına doyasıya vardığım bu neşeyi yitiriyordum yani hani… Ama arkasından bakınca şöyle bir gerilip, “Oh be!” diyordum. Bitti. Kanayan yerlerim de kabuk bağlıyor bak. İyileşiyorum. Acı da sevinç kadar geride kalıyordu şimdi.

An… En sahici olan… Farkına vardığında durduğun, sakince dinlediğin şimdinin sesi kulaklara iyi gelmeliydi. Ne de olsa geçip gitse de zaman, yaşam tam da o anlarda inşâ ediliyordu.

Dünün ekmeğini yiyorduk bu sabah masada. Sarıp sarmaladıysak taze kalıyordu. İyisini yaptıysak iyisini yiyorduk. Ağzını açık bıraktıysak kuruyor, küfleniyordu. Biliyorduk esasında, bugünü dünün sancıları doğuruyordu. Çiçek tohumları ektiysek sabahki tarlalara, mis kokulara uyanıyorduk.

Öyleyse derin bir nefes alıp, öyle bakmalıydık içtiğimiz kahvelerin tadına. Yürüdüğümüz sokakları başlıca taramalıydı gözlerimiz. Dokunmalıydık yanından geçtiğimiz ağaca. Gülümseyerek günaydın demeliydik, gözleri ışık saçan tüm canlılara.

Hatta ve hatta kimi zaman, ışık olmayı seçmeliydik insanlığa. Heybemize koyduklarımızı yollarda açıp ikram etmeliydik aç olana. Paylaştıkça çoğalırdı ya hani… Katık ederdik ekmeğimizi bir başkasının soğanıyla.

Yaşamayı… Hem de doya doya yaşamayı sevmeliydik işte canım. Müzik dinlerken, duş başlığının altında dans etmeyi denemeliydik mesela. Yola kaçan topu yakalayıp, maçın içinde olduğumuzu fark etmeliydik aslında.

Yol kenarında hep duran o simitçiden, aç olmasak da simit almalıydık bazen. Ne olurdu üç beş kuruş fazla kazansa? Biz de simitin tadına bakar, fazlasını da ikram ederdik nasılsa.

Canı sıkkın birini mi gördük? Sinirli de… Elden bir şey gelmiyor… Yanına gitsen, “Sen kimsin kardeşim?” diyecek belki… O zaman onun için sessizce dua etmeliydik içimizden. “Neyse derdi, kurtuluversin… Sen hayırlısını, iyisini bilirsin Rabbim,” diyerek ferahlasın isteyebilirdik. Gizliden birine iyi gelirdik belki, ne bilelim…

Yaşamak güzel şey be kardeşim! Olan onca acıya inat, güzel şeyler de vardı. Umudu kamçılayan düşlerimiz, dileklerimiz, dualarımız vardı. Var olmaya devam edecekti nicesi… Kötülüğe inat, kötülere inat iyiler vardı ve daim kalacaklardı.

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Öğretmen / Yazar
Yorum yapılmamış

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version