Göze Gelen Taş

18 Görüntüleme
5 Dak. Okuma

Hayır, hayır, korkman için değildi dile gelişim. Yüzyıllardır her sabah gözlerinin içine bakıyorum; bazen bir el yazması kitapla, bazen bir ağıtla gönderdiğim fısıltıları duyabildi mi acaba diye. Biliyorum, bunun için tüm şehri susturman gerektiğini ve istesen yapabileceğini…

Beklemek, kokusunu bekleyen çiçek gibi… Geçen zaman bana, üstümdeki kırık gül kadar umut olduğunu anlatsa da, derin derin beklemek… Yalnız bu beldede bahar dahi idrak edilmiyor, okşamıyor bahar artık kulağı, gözü, gönlü… Son çare dile geldim ben de işte.

Yok, yok, seni suçluyor değilim. Sadece bir çeşit tamamlanmak isteği bende ki; oluş amacına ulaşma isteği, ustamı usta, sanatçı yapan medeniyetin benden en son dileği. Düşünsene etrafında ne var oluş amacına varmamış olan; şu servi ağacı, şu salyangoz ailesi, esen rüzgâr, az önce çiseleyen yağmur… Çok kötü bir his, biliyor musun, neden var olduğunu bilip de ona ulaşamamak…

Aslında bugüne özel değil konuşmam; yüzyıllardır konuşuyorum zarafet dolu başlıklarımla, gergef gergef işlenmiş motiflerimle, iğne oyası harflerimle.

Nasıl bir makam bu böyle; harlı yanan ateşi gül şeklinde dondurabilmek… Gözlerinin içine baka baka sevdiklerini bir bir kapan, her kaptığıyla sana daha yaklaşan, kaçarın olmadığını bildiğin halde “yok ya, benim başıma gelmez” dedirtecek kadar ödleri kopartan bir gerçeğin, ölümün; o sivri, keskin köşelerini letafetle okşayarak, bilgelikle, güzellikle yumuşatmak… Düşünsene zaman denizinde böyle bir medeniyetin akrep ve yelkovan kürekleriyle ilerlediğini… Neler vaat ediyor hayal gücüne, gönlüne… Ama senin nefesinin havası bu çağda saklı; 5 yüzyıl boyunca sömürgeci zihniyetle köle ticareti yapmış, köleleri sömürme işlemlerinde kullanmış, onların ürünlerini satıp zengin olmuş, kotalarını dolduramayan kölelerin ellerini ayaklarını kesmiş; hatta sarayında Afrika müzesi açarak Kongo’dan getirdikleri insanları hayvanat bahçesinde sergileme cesaretinde bulunmuş, korkudan beslenen bu çağda…

Evet, korkudan beslenen… İnanmıyorsun değil mi? Dök çantanın içindekileri yere; burada, dikili olduğum mezarda yatanın ilk hâli kadar güzel bir bayan olduğun halde makyaj malzemeleri; gencecik olduğun halde yaşlanma karşıtı krem; gayet sağlıklı olduğun halde vitamin hapları; küçük bir tarak ve bir ayna… “Aslında senin tek derdin sonsuzdan vurulduğun GÜZELKEN.” Modern yaşam kılavuzları bu cümlede GÜZEL dışındaki tüm kelimeleri silip, eline de bir ayna tutuşturmuş. Yaşamak, keşfetmek, hayret etmek, hayran olmak, haşyet duymak dururken sürekli bir şeyleri telafi etmek; kazanmak için hızlı olmak, sonrası kazandığını korumak için daha hızlı olmak…

E, peki, hasbelkader gelse mutluluk; sürekli çekiştirdiğine mi gelecek, yoksa kendinden memnun olmayana mı? Oysa Konfüçyüs, “Kimi mutluluğu yukarıda arar, kimi de aşağıda. Hâlbuki mutluluk insanla aynı hizadadır,” der. Ne kadar doğru bir söz.

Ve bir güzel söz daha; modern çağın habisleri yüzünden yeni bir şey söyleyemeyen Kızılderili: “Beden hızlanırsa ruh geride kalır,” demiş. Ruh artık bir nokta; cümlemizin yolunu gözlediği…

Aslında hiçbir zıtlık bir diğerinin alanına müdahale etmez doğada. Zamanı gelince sahneyi aydınlığa bırakmasını bilir karanlık; ve hatta kışın yağan karın toprağı yorgan gibi sarmalayıp bahara hazırlaması gibi, sahneyi bir diğerine hazırlayan da vardır aralarında. Ama iyi ile kötü arasında böyle bir anlayış yok; biri diğerinin yokluğunda ele geçirir hayatı. Ama ikisinin hayata akışıyla bir gün, bir yıl, bir insan gibi tamlık oluşamaz. Çünkü sahnede yerini alan gittikçe palazlanır; çünkü zaman mefhumu yoktur; çünkü o hep orada kalmak ister ve gücü yettiğince de kalır.

Yüzünü kime döndüğün çok önemli burada… Gücünü yüzden alır sahnedeki; yüz buldukça şımarıp sahiplenir yerini. Bir tarafta medeniyetlerini üstüne vahşet, bela, endişe ve karabasan düğmelerinden ibaret ateşten gömleği giydiren… Sırf “Allah’a gerek yok” dedirtebilmek için; insan hayata anlam veren yüce varlıktır, diyen… Akabinde Afrika, Hindistan ve daha dünyanın birçok yerinde yaşayan insanları insanlığa hasret bırakan; inşa ettikleri hümanizm evine giremeyip, bahçesinde türlü kıyım yapan…

Diğer taraf, derviş hırkasını emaneten giydirir sana. Emanet der hırka da sende, nefeste… Bu hakikatle “ANLAM” rüzgâr rüzgâr yayılır hayatına. Rüzgâr estikçe izzet, güzellik, adalet kokularına bulanır hırkan. Evrendeki ilahi nizamı gördükçe kollamaya başlarsın doğayı elinden geldiğince ve taşlar oturur yavaşça yerine…

İşin aslı; sen derviş hırkası giydiğinde dünya da ilkbaharı giyer sırtına. İki yarımküre içinde geçerli bu mevsimin güneşle de hiçbir bağı yoktur.

….

Bir zamanlar çocuklar gelirlerdi buraya, evet, mezarlığa… Az evvel çantanın içindekilerini saçtığın gibi, onlar da oyuncaklarını saçar, oynarlardı gönüllerince… Kahkaha atarken ağlamaya, sessizken birden çığlık atmaya başlarlardı… Birinden diğerine takip edemediğim bir hızda ulaşırlardı, tıpkı şu hâlin gibi… Gökten düşen 3 duygunun; huşu, huzur ve mutluluğun altında yıkanmak…

Bilir misin, beni buraya diken ustam; bir ağaç, bir ev, bir dağ kadar kök salayım, tutunayım isterdi bu topraklara… Şimdi seni görüyorum ya; böyle gözleri ışıl ışıl ve artık görmeye başladığın her şey ışıl ışıl…

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yapılmamış

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version