Günlük Hayatın Küçük Felaketleri – 1: Kahveyle Barış Süreci

93 Görüntüleme
3 Dak. Okuma

Hayat, büyük trajedilerden çok küçük felaketlerin toplamı aslında. Sabah kahvenin taşması, diyette bir simide yenilmek ya da minimalizm uğruna evi savaş alanına çevirmek… Ben bu küçük felaketleri not aldım. Biraz mizahla, biraz iç çekişle, biraz da kendime gülerek.

Çünkü insan bazen sabah 5’te uyanamıyor, bazen poşet almadığı için yumurtaları kucağında taşıyor, bazen de bir fincan kahveyle dünya barışı imzalıyor.

Bu yazılar; kahve kokusuyla başlayan, vicdan azabıyla biten ama her satırında “hayat tam da böyle bir şey” dedirten küçük hikâyelerden oluşuyor. Ne tamamen güldürmek için ne de ağlatmak için yazıldı.

Sadece içimizdeki o tanıdık sesi duymak için:

“Ben de böyleyim.”

Ben Emrullah.

Kahvemi artık ölçülü, hayatı ise olduğu gibi içiyorum.

Ve diyorum ki:

Mizah, bazen insanın kendine en kibar şekilde söylediği gerçektir.

Kahveyle Barış Süreci

Bir dönem kahveyle aram bozulmuş, kalp ritmim yer çekimine meydan okuyor, midem yanıyor, tansiyonum horon tepiyor… Yani vücudum bana “biraz yavaşla” diyordu ama ruhum, “kahve içmeden konuşmam” diyordu.

Bir sabah karar verdim:

Kahveyle arama mesafe koyup kafeinsiz hayata geçecektim. Teoride harika bir fikirdi, pratikte ise sabah 10.00 olmadan sinir sistemim isyan bayrağını çoktan çekmişti. Kafam zonkluyor, gözüm ekranda “yükleniyor” yazısı gibi dönüyordu.

Kendime dönmeye yüzüm yok, iç sesimle tartışıyorum: “Emrullah, kahveyi bırakmak kolay değil ama bağımlılıkları yenmek irade ister.”

İlk gün sadece kokladım.

İkinci gün bir yudum aldım.

Üçüncü gün, fincanı yıkarken içine su doldurup içtim.

Ama itiraf edeyim: Kahveyle aramda toksik bir ilişki var. O bana zarar veriyor ama bensiz o da işe yaramıyor. Çünkü evde kimse düğmeye basmazsa o da varoluş amacını kaybediyor.

Bir ara bitki çayına geçtim: rezene, melisa, ıhlamur… Hepsi iyi hoş da, hiçbirinde “hayatın anlamı” yok. Kahve o anlamı taşıyor. Bir fincan kahve içince insanın göz bebekleri büyüyor, düşünceleri açılıyor, hatıraları netleşiyor. Bitki çayında ise sadece “hafif uyku” hissi geliyor.

Üç gün kahvesiz yaşadım. Dördüncü gün ofiste biri kahve yaptı. Kokusu burnuma geldi.

Dedim, “Bir yudum alayım, sadece tadına bakmak için.” Bir yudumla başladım,

iki fincanla bitirdim. O an anladım: Bu bir geri dönüş değil, barış süreci değil… Aslına rücu etmekti.

Artık pes etmiyorum; uzlaşma yolundayım. Kahveyi günde bir fincanla sınırladım. Ama o fincan tören gibi. Sessizce hazırlanıyor, yavaşça içiliyor, her yudumda sabahın gürültüsü biraz azalıyor.

Bir gün bir dostum dedi ki:

“Emrullah, kahve seni yavaş yavaş tüketiyor.”

Ben de dedim ki:

“Doğru, ama kahve olmadan ben zaten hızla tükeniyorum.”

Şunu öğrendim: Hayatta bazı alışkanlıkları bırakmak gerekmez, sadece daha saygılı bir ilişki kurmak gerekir. Benimki de öyle oldu. Artık kahveyi suçlamıyorum, çünkü o da bana aynı şeyi yapmıyor.

Sabahları fincanımı doldururken şöyle diyorum içimden:

“Ne sen bana bağımlısın, ne ben sana… Sadece ikimiz de uykusuz bir dünyanın mağduruyuz.”

Sevgi, saygı ve dostlukla…

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yapılmamış

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version