Aşkın tarifini yapabilir miyiz? Kişiye göre değişen bir duygu durumu diyebilir miyiz? Yok yok, aşkın halleri vardır diyebilir miyiz? Yani insanoğlunun bin bir türlüsü ve bir bin bir türlü hali varsa, aşkın neden olmasın? Ya da aşkın içinde olunca insan kendi aşk halini anlayabilir mi? Birçok soru ile baş başa kaldığım bir düşünce dünyasındayım. Ah! Sevgili Dostlar, sanmayın ki aşka düştüm. Okuduğum bir seri beni bunları düşünmeye itti. Bu ayki yazımda biraz edebiyat yorumu da görebilirsiniz.
Yakın zamanda kıymetli yazarımız Ayfer Tunç’un Kapak Kızı (Kapak Kızı – Yeşil Peri Gecesi – Osman) üçlemesini okudum. Kitap gerçekten güzeldi, fakat beni çok düşünmeye ittiği için epeydir elimdeydi. Biraz uzun sürdü okuma serüvenim. Kitap bitince “Ben ne okudum şimdi?” diye düşünmedim dersem yalan olur. Yazar bize aynı olaylara farklı gözlerden baktırdı. Sanırım yazarın üslubunda en sevdiğim şey de bu. Bir roman okumanın ötesinde, bize birçok bakış açısından olayları değerlendirme imkânı sunması. Kısacası, okuduğum üçleme bana aşkı sorgulattı. Sadece aşk dersem de kitaba haksızlık etmiş olurum. Lâkin burada değineceğim konu, aşk bağlamında.
Bir insanı sevmek nasıl başlar ilkin? İnsan ilk önce ne zaman sevilmelidir? Sevgi ve aşk kavramları bağdaştırılabilir mi? Ya da bu iki kavram birbirinin yerini rahatça alabilir mi her anlamda? Ben bu konudaki düşüncelerimi Sait Faik’in “Sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey. Burada her şey bir insanı sevmekle bitiyor.” cümlesine gönderme yaparak açıklığa kavuşturmak istiyorum. Sevmekle başlıyor aslında gerçek hayatta da her şey. Sevginin boyutu ve türü değişse de, her şey sevmekle başlıyor. Bir insanı sevmekle, hayvanı sevmekle, çiçeği sevmekle, bir düşünceyi sevmekle başlıyor.
İnsanı sevince dünyada o insana zarar gelmesin diye pamuklara sarıyorsunuz. Hayvanı sevince belki de bir yuvaya kavuşturuyorsunuz. Çiçekleri sevince bakımını ihmal etmiyorsunuz. Bir düşünceyi ve ülküyü sevince uğrunda ölmeyi göze alıyorsunuz. Yakın zamandan bir örnekle düşünce sevgisini açıklığa kavuşturmak istiyorum. Filistin’de yaşanan acı olaylar tüm dünyanın gündeminde. İnsanlığımızı yitirmekten korktuğum bir çağın içindeyiz. Bu haksızlıklara dur demek için çaba sarf eden bir grup insanı izledik günlerce. Bu vahşete bir dur demek için hayatları pahasına bir ülküye koştular. Bu tam olarak düşünceye olan sevginin canlı örneğiydi.
Sevginin boyutlarına gelecek olursak; sevginin boyutu, kişinin gerçekten yürekten gelen bir bağ ile birini ya da bir şeyi sevmesinden geçerek genişliyor. Beraberinde fedakârlık dediğimiz durumu da getiriyor. Gerçek sevgi, fedakârlık isteyen güçlü bir duygu, bana göre. Sevgimizin boyutu nelerden vazgeçebildiğimizle eş değer. Seven insan, kendini bırakıp sevdiğine odaklanır. Burada benlikten çıkıp sen olma durumuna gizli bir geçiş söz konusudur. İşte tam da burada, benlikten uzaklaşıp senleşen insanda aşk hali dediğimiz duygu ortaya çıkmaya başlar.
Ben iken sen olmak, tarifi zor bir mertebe. Bu noktada herkes ulaşamaz da zaten. Çünkü insanın kendini ikinci plana atması, egosuna terstir. Bütün bu savaşları verip gerekli fedakârlıkları yapabilen insan, gerçek aşkın ilk meşalesini yakmış olur. Aşkın ilk meşalesi egoyu yıkmaksa eğer, önce nefsin zevklerini ikinci plana atmakla başlanmalıdır. Günümüzde her şeyin ve her duygunun yüzeysel yaşanmasının belki de en temel sebebi, egoyu yıkamamaktan kaynaklanıyordur. Egoyu yıkmak, yüzeyselleşen dünyaya derinlik katacaktır.
İnsanoğlu eğer sevgiye, ardından da aşka ulaşmak istiyorsa önce “sen” olmalıdır. Ben’i yıkmayı başarmalıdır. Çünkü günümüzdeki kaosun en büyük sebebi, insanoğlunun içinden atamadığı egosunun zehridir. İki insanın arasındaki savaş da, devletler arasındaki savaş da egonun bir zehridir. İnsanoğlunun bitmek bilmeyen, doyumsuz egosu, günümüz insan ilişkilerinin de dünyadaki kaosun da temel kaynağıdır.
Geleceğimizin —tabii ki varsa öyle bir şey— en çok ihtiyaç duyduğu şey, güçlü bir benlik algısı ve bunu aşıp insanlığı sevme olgusuna ulaşabilen bireylerdir. Çünkü dünyadaki her şeyin yaşam sebebi bir aşktır. Aşkın kimyasını çözen nesillere bu dünyanın, her zaman olduğundan daha fazla ihtiyacı vardır. Yazımın başında da belirttiğim gibi, aşkın da tıpkı insanlar gibi bin bir türlü hali vardır. Bize aşkın her hali için, psikolojik olarak sağlam, sevme duygusu yeterince gelişmiş bireyler lazım. Çünkü psikolojisi sağlam, sevmeyi bilen insanın dünyada sanırım başaramayacağı pek bir şey yoktur. Çünkü bu bireyler, başarısızlıklarını da bir başarı olarak gören güçlü kişiliklerdir. Başarısızlık altında başarının sırrını saklar çünkü. Yalnızca bunu görebilecek aydınlık yüzler, bize aşkın her halini gösterebilir.
Bizler aşka ve sevgiye hasret kaldık. Her şeyin aşırı yüzeysel olduğu bir çağın mağdurlarıyız. En derin duygulara bizim ihtiyacımız var. Tıpkı Ayfer Tunç’un oluşturduğu Şebnem karakteri gibi bir şeyler hissedebilmek için yaşar hale geldik son yıllarda. Yüzeysel dünyanın içler acısı hali, bizi bir boşluğa sürüklemeden, hislerimizi gerekirse bir çiçeği yeşerterek beslemeliyiz. Sırayla bütün derinliklere ulaşmaya çalışmalıyız. Çağa inat, yaşanan duyarsızlığa “dur” demeliyiz.
Tatlı bir ilkbahar sabahına uyanmak umuduyla…