Sabah alarmının sesiyle uyanıyoruz, ama çoğu zaman “güne başlamak” yerine “günle savaşmak” hissiyle hareket ediyoruz. Kahvemiz bile aceleyle içiliyor, çünkü başka bir yere yetişmemiz gerekiyor. Bildirimler, toplantılar, hedefler… Her şey hızla ilerlerken, içimizde bir yer eksiliyor. Belki de adını koyamadığımız bir yorgunluk bu. Sürekli bir şeyleri kaçırma korkusuyla dolu, ama aynı zamanda hiçbir şeye tam olarak dokunamamanın yorgunluğu.
Oysa insanın doğasında bir ritim var. Kalbin atışı bile belirli bir dengeyle sürer. Hızlandığında da, yavaşladığında da rahatsız oluruz. Şimdi düşünelim: Bizim ruh ritmimiz bu kadar hız kaldırabiliyor mu? Belki de en çok ihtiyacımız olan şey, yeniden yavaşlamak.
“Yavaş yaşam” derken bir geri çekilmeden değil, bir farkındalık hâlinden söz ediyorum. Seçerek, sadeleşerek, anlamlı olana yer açarak yaşamak… Tıpkı bir sınıfta, öğrencilerin kendi hızlarında öğrenmesine izin vermek gibi. Çünkü biliyorum: Her çocuk aynı anda öğrenmez. Kimisi sorar, kimisi bekler, kimisi sessizce düşünür. Yavaş öğrenen bir çocuğu sabırsızca itmek, o çocuğun merakını bastırmaktır. Kendi yaşamlarımız için de geçerli değil mi? Biz de kendimizi sürekli hızlandırarak aslında kendi merakımızı bastırıyoruz.
Modern çağ, hızla karıştırılmış bir kar küresi gibi. Her şey dönüyor, parlıyor, ama hiçbir ayrıntıyı seçemiyorsun. Dijital ekranlar, sonsuz içerikler, sürekli uyarılar… Zihnimiz artık bir mola isteğini dile bile getiremiyor. Belki de sadeleşme, bu gürültüde kendi sesimizi yeniden duymak anlamına geliyor.
Sadeleşmek sadece eşyaları azaltmak değil; duyguları, düşünceleri, ilişkileri de arındırmak demek. “Ne gerçekten bana iyi geliyor?” sorusunu sormak… Sosyal medyada geçirilen zamanı fark etmek, gereksiz bildirimleri kapatmak, bazen “bugün hiçbir şey yapmayacağım” diyebilmek. Bu basit görünen tercihler, aslında içsel bir direniştir. Hızın kutsandığı bir dünyada yavaşlamak cesaret ister.
Yavaş yaşam, bir yoksunluk değil; derinliktir. Düşünmek, hissetmek, dinlemek… Bunlar hızla yarışmayan ama hayatla uyumlu eylemlerdir. Yürürken adımların sesini duymak, kahveni içerken telefonuna uzanmamak, biriyle konuşurken sadece gözlerine bakmak… Bunlar sadeleşmenin en saf hâlleri.
Öğrencilerime “öğrenmenin hızı değil, anlamı önemlidir” derim. Aynı şey bizim yaşamlarımız için de geçerli. Belki de hızla koştururken, anlamı bir yerlerde düşürdük. Şimdi onu yeniden bulmak için yavaşlamamız gerekiyor. Derin düşünmek, aceleyle yaşanmaz.
Sadeleşmek, “az”la yaşamak değil; “yeterince”yle yetinmeyi bilmektir. Modern çağın fazlalıkları arasında kendimizi kaybetmemek için belki de tek yapmamız gereken, yeniden kendimize dönmek. Sadeleşmek, bir tür eve dönüş aslında: Gürültüden, hızdan, beklentiden, kalabalıktan sıyrılıp, kendimize dönmek. Ve belki de o zaman, gerçekten yaşamaya başlarız.
Thich Nhat Hanh’ın dediği gibi, “Gerçek mucize suyun üzerinde yürümek değil, yeryüzünde farkındalıkla yürümektir.”
Belki de sadeleşmek, tam da budur: Her adımın, her nefesin, her anın değerini yeniden hatırlamak.
Kaynakça
- Azzini, Antonia, et al. “A Conversational Approach to Well-being Awareness Creation and Behavioural Intention.” arXiv, 30 Apr. 2025, arXiv:2504.21702.
- Biter, Y. Erdogan. “Interior Design in the Age of Digital Addiction: The Role of Digital Detox Spaces.” Journal of Design Studio, vol. 7, no. 1, July 2025, pp. 172-189.
- Coyne, P., et al. “The Effects of Partaking in a Two-Week Social Media Detox Improved …” PMC, 2023, PMC10740995.
- Edizler, Sena. “Yavaş Öğrenen Öğrencilere Yönelik Destekleyici Uygulamalar.” Hayrendiş, 1 July 2025.
- McKeown, Greg. Essentialism: The Disciplined Pursuit of Less. Crown Business, 2014.
- Sager, A. L. “Beyond Society’s Desire for a Slowed-Down Temporal …” Wiley Online Library, 2023.

