İlk Kurşuni

22 Görüntüleme
7 Dak. Okuma

Yok, alamazsın beni deli zaman
Dur, ömrüme o kurşuni renkleri süremezsin
(Sezen Aksu)

Göksel, cuma akşamını verimli geçirmişti. Verimli geçirilmiş bir cuma akşamı, dolu dolu geçecek bir hafta sonunun da habercisi oluyordu genelde. Hatta daha sabahtan başlayacak olursa iş yerinde de istediği gibi sakin bir gün geçirerek haftayı tamamlamışlardı. İş çıkışı önce arkadaşlarıyla keyifli bir sohbet ve sonra sevgilisiyle de romantik anlar yaşanmış, şimdi de yatağına geçip yeni bir diziye başlamadan önce hazırlanıyordu. Tam çıkmak üzereyken sağ elinde parmaklarının arasında bir huzursuzluk hissetti. Bunun bir saç teli olduğunu görünce sol elinin iki parmağı ile saçı çekmeye başladı. Saç teli çektikçe gelmeye devam ederken bir yandan da saçın rengi dikkatini çekti. Aslında tam beyaz değildi ama kesinlikle siyah da değildi. Belki griydi… Belki de kurşuni…

Bu kelime aklına düşünce o meşhur şarkı da aklına düştü. Tabii şarkının anlattıkları da… Ve bir anda bir kartopu yuvarlanarak çığ oluşturmaya başladı. İlk kurşuni saç… İlk kurşuni… İlk kurşun… Peki, kimdi bu ilk kurşunu atan? Tabii ki ölüm… Kesinlikle kaybedeceği savaş artık başlamıştı…

Bir süre sonra banyonun ışıklarını kapatıp yatağına geçti. Yatağının üzerine uzanıp tekrar elindeki saç teline bakarak düşüncelere tekrar daldı. Aslında bugünün geleceğinin sinyallerini almıştı. Daha bir hafta önce kendisinden on yaş kadar büyük olan bir arkadaşıyla yanlarından geçen bir lüks otomobile bakmışlar, sonra arkadaşı “biliyor musun dün bu arabayı hiç alamayacağımı kabullendim” demişti. Kısa bir süre Göksel de çocukluk hayallerini ve şu anki gerçeklerini düşünmüş ama sonra vazgeçmişti. Sonra yaşça daha küçük bir arkadaşı ev almaya ve daha geç kalmadan borç altına girmeye karar vermişti. Başka bir akranı artık yazdıklarını yayınlamaya karar vermişti. Daha dün de kendinden birkaç yaş küçük bir arkadaşı çocuk beklediklerini söylemişti. Sanki evren beş dakika arayla kurulmuş bir alarm gibi ona da artık bazı şeyleri ertelememesini hatırlatıyordu.

“Tamam!” dedi sesli bir şekilde Hayatıyla yüzleşmeye karar vermişti bu akşam. Nereden başlamalıydı peki?

“Önce iş” diye düşündü. Hayatının uyku dışında kalan en büyük kısmı işte geçiyordu. Peki, işinden memnun muydu? Yani ülke standartlarında fena sayılmazdı. Arada bir kendini daha çok işine verse daha iyi yerlerde olacağını düşünüyordu gerçi. İşte o zaman, bu zamandı. Kendini daha çok işe vererek işten de daha çok şey isteyecekti. Bunun bedeli neydi? Şimdiye kadar hep kendine ayıracağı zamanın azalacağını düşünüyordu. Bu ödeyemeyeceği bir bedel değildi. Artık ödemesi gereken bir bedeldi daha doğrusu. Evet, arkadaşlarıyla, sevgilisiyle, dizilerle, filmlerle zaman geçirmek güzeldi ama… Tekrar düşününce iş hayatı beklediği yerde değildi, ertelediği yerdeydi. Artık mücadele zamanıydı. Gerekirse işini de değiştirebilirdi. Konfor alanından çıkmadan hayatını değiştiremezdi. Bunun üzerine daha çok düşünüp daha ayrıntılı bir plan yapacaktı ama tek derdi bu değildi, bu yüzden taslakta ikinci maddeye geçmeliydi.

Evlilik… Aslında çok uzak değildi. Birkaç yıllık bir ilişkisi vardı. Yani eninde sonunda oraya varacaklarını da düşünüyorlardı belki ama… Ama karşı tarafı boğmak istememişti. Hadi, gerçeği itiraf edelim ki kendisi sıkboğaz edilmek istememişti. Neredeyse bütün arkadaş grubu evlilerle ve hatta çocuklarla dolmaya başlamışken daha ne kadar erteleyebilirdi ki? Tabii ki bu mantık tarafıydı. Peki, romantik tarafı? Yani doğru kişi o muydu? Aslında çocukluğunda bu soruya saniye beklediği kişinin yanlış kişi olduğunu söylerdi ama büyürken işler o kadar naif ilerlemiyordu. Yanlış birisi değildi en azından. Onunla yaptığı, yapacağı hiçbir şey yanlış gelmiyordu. Hele ki ilk kurşunun atıldığı savaş şartlarında iyi bir müttefikti sanki Bir de sanki o kadar sınanmamışlardı. Belki bu başlayan savaşta o da yapacağı hamlelerle doğru ya da yanlış kişi olduğunu belli edecekti. Bu konuyu da böylece bağlayıp, son maddeye geçmeye karar verdi.

Miras… Yani ya dünyaya bir şey bırakacak ya da dünyadan almak istedikleri varsa alacaktı. Yani bir şeyler üretip onu arkasında bırakabilirdi. Var mıydı böyle bir yeteneği, emeği, isteği? Arkadaşı gibi kitap çıkaracak kadar yazmayı hatta okumayı bile sevmezdi. Bir iki müzik aletini biraz çalabiliyordu ama yeni bir şarkı yapmak gibi hevesi olmamıştı. Hatta sanatın diğer dalları da hep sıkıcı geliyordu. Hatta ne zaman disiplin işin içine girse spor da sıkıcı geliyordu. Belki bir şey üretmek onun olayı değildi. Aslında tüketmek daha çok ilgisini çekiyordu. Yeni bir yerlere gitmek, yeni bir şeyler yemek, içmek… Şimdi düşününce gezmeyi seviyordu sanki. Sanki küçüklüğünden beri bir sürü yer gezmek istemişti. Bu da tamamdı.

Yani artık zaman kısalmaya başladığı için üç konuya teker teker eğilemezdi. Aynı anda ikisiyle hatta üçüyle birden uğraşmalıydı. Yani tabii ki bazı şeyleri akışına bırakacaktı ama her şeyi akışına bırakamazdı artık çünkü suyun aktığı yerin sonundaki dipsiz şelaleyi duymaya belki de görmeye başlamıştı.

Belki de bu akşamlık yeterliydi. Ama yeterli miydi? Değildi sanki… Yani kumandayı alıp yeni diziye başlamasıyla arada saniyeler vardı ama kafasında artık diziyle ilgili bir heyecan kalmamıştı. Yani herkesin en önemli dizisi kendi oynadığı diziydi, herkesin en sevdiği şarkı kendinden bir şeyler bulduğu şarkıydı.

Zaten herkes her yeni yıl, bazen yeni ay hatta bazen yeni hafta bir sürü karar alıyor ve sonra daha karar aldıkları zaman dilimi eskimeden teslim oluyorlardı. Bazen de yeni kararları uygulamak için bir şeylerin olmasını beklerken erteleyip duruyorlardı. Göksel bu tuzağa düşmeyecekti. Yani artık düşmeyecekti.

Heyecandan yatağında da duramayınca hemen masasının başına geçti. Üç tane boş beyaz kağıt alıp hepsine başlıkları yazdı. Sonra bu kağıtları belki de ortada bırakmaması gerektiğine karar verdi ve bu projenin “gizli” olması onu daha da heyecanlandırdı. Aklına üç konuda da ilk gelenleri yazdı ama yazdıkça aklına başka sorular ve başka çözümler geldi. Bu böyle olmayacaktı. Hemen mutfağa gidip kendine bir kahve hazırladı. Bu gece uzun olacaktı. Kupasıyla beraber masasına döndüğünde her şeyi başlatan o kurşuni saçla göz göze geldi bu saçı nasıl atacaktı? Atmalı mıydı? Belki de atmamalıydı, bir yerde bir şekilde saklamalıydı. Yani bundan birkaç sene sonra belki aynı iş yerinde ve aynı kişiyle birlikte olacaktı ama artık bu geceden sonra aynı şekilde olamayacaktı. Belki de bambaşka bir işte, bambaşka bir kişiyle olacaktı ama o da bu geceden sonra olacaktı. Hani bazen “saç teli kadar ince bir çizgi” derler ya, işte o çizgi bu gece Göksel’in hayatına çizilmişti ve artık gerçekten de “yarın yeni hayatının ilk günü olacak”tı.

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yapılmamış

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version