Yürüyordum onlarca odanın arasından,
Kenetlenmişti isli duvarlar,
Sırt sırta vererek,
Şövalye zırhlarını kuşanmış halde.
Kokusu sinmişti her yere,
Yeni dönülen atlı seferlerin,
İspanyol avlusunda…
Açılmasını beklemezdim,
Sabahın perdesinin.
Karanlıkta atardım kendimi,
Gündüzü emen topraklara,
İspanyol avlusunda…
Toplanırdı geniş şapkalar,
Akşam omuz vurunca güne.
İspanyol ateşinin başında
Çalınırdı titrek romanslar,
Gecenin yanağını okşayan,
İspanyol avlusunda…
Gerek kalmazdı yağmura,
Ayaklandırırdı kadınların gülüşü,
Ezgin açan çiçekleri,
Biteviye fışkıran yeşilliği.
Çok kurak diyarların fatihlerini
Uğurlayan,
İspanyol avlusunda…
İspanya’nın ve Latin Amerika’nın birçok yerinde bulunan ve İspanyol mimarisinin harikulade özelliklerini taşıyan büyükçe avlulu evler, tarihin paha biçilemez yüklerini omuzlar tam anlamıyla. İspanyolların Latin Amerika bölgesine gelerek gerçekleştirdikleri genişleme adımları, beraberinde bu ülkenin tüm unsurlarının kıta nezdinde yaygınlaşması sonucunu doğurmuştur. Bu çerçevede geniş avlulu ve çok odalı evlerin hâkim olduğu İspanyol mimarisi, bu unsurların başında gelir.
Tarihin bilgelik sırlarını her zerresinde taşıyan İspanyol evleri, uzun soluklu savaşların ve atlı seferlerin tozlarını ve izlerini bünyesinde tutar. Bu evlerin duvarlarına dokunmak, yüzyıllar öncesinin yaşanmışlıklarına sokulmak demektir adeta. Duvarlardaki her motif, insanın ve onun dünya üzerindeki uzun soluklu macerasının çizgilerini taşır.
İspanyol evlerine ruh katan genişçe avlular ise, bu şahane yapıların kalbini temsil eder. Tarih boyunca kadınların savaşçı erkeklerini uğurlamalarına çokça şahitlik etmiş bu avlular, hâlâ atlıların ayak seslerini belleğinde muhafaza eder. Ama en çok da gitar seslerini unutamaz bu avlular. Akşamın çökmesiyle birlikte gitar eşliğinde bu avluda gerçekleştirilen ve titrek bir ateşin etrafında İspanyol ezgilerinin göğe yükseltildiği toplantılar, her zaman için bu avluların en keyif duyduğu seremoniler olmuştur.