Hayat, çoğu zaman genellemeler üzerine kuruludur; zihnimiz düzen ister, kurallar koyar, kaideler belirler. Böylece yaşadıklarımızı anlamlandırırız.
Fakat her kuralın kenarında sessizce duran bir gerçek vardır: İstisnalar…
Onlar, kaideyi yıkmak için değil, onu daha iyi anlamak için vardır.
“İstisnalar kaideyi bozmaz” sözü, çoğu zaman kestirme bir teselli cümlesi gibi kullanılır. Oysa bu ifade, yüzeyde göründüğünden çok daha derin bir hikmeti taşır. İstisna, kuralın inkârı değil, kuralın sınırlarını gösteren bir işarettir.
Bir nevi aynadır; kaideye dönüp bakmamızı sağlar.
İnsan ilişkilerinde de böyledir. Birkaç kötü tecrübe, bütün iyilik ihtimallerini silip süpürmez. Bir kişinin hatası, bir topluluğun tamamına yazılmaz. Aksi hâlde adalet, yerini öfkeye; hikmet, yerini önyargıya bırakır. İstisnaları genelleştirerek kaide hâline getirdiğimizde kalbimiz daralır, bakışımız bulanır.
Hayatta karşılaştığımız zorluklar da bu çerçevede okunabilir. Emek çoğu zaman karşılığını verir; fakat bazen vermeyebilir. İşte o an, istisna ile yüzleşiriz. Bu durum, emeğin kıymetini düşürmez; aksine sabrı, tevekkülü ve niyeti sorgulatır. Belki de istisna, bizi daha derin bir muhasebeye çağırır.
Manevî yolculukta da kaideler vardır: Sabreden kazanır, doğruluk insanı yüceltir, iyilik iyiliği çağırır.
Zaman zaman sabrın karşılığı gecikir, doğruluk bedel ister, iyilik karşılıksız kalır. Bu geçici hâller, hakikatin özünü değiştirmez. İstisna, imtihanın adıdır; kaide ise vaadin.
Asıl tehlike, istisnayı merkeze alıp kaideyi kenara itmektir. Bir yanlışa bakıp doğruluktan vazgeçmek, bir nankörlük görüp iyilikten soğumak, birkaç karanlık örnek yüzünden insanlığa küsmek…
İşte o zaman istisna, kaideyi bozmuş olur. Ama bu bozulma, hakikatte değil, bizim bakışımızdadır.
Belki de bu söz, bize şunu fısıldar:
Hayatı tek bir örnekle okumaya kalkma. Bir yaprağın sararmasıyla bütün baharı inkâr etme. Kaideyi koru; istisnayı ise ibretle, sükûnetle ve adaletle yerine koy.
Çünkü istisnalar doğru okunursa kaideyi zayıflatmaz; bilakis onu daha sağlam, daha sahih ve daha insani kılar. Ve insan, kaideye tutundukça yolunu kaybetmez. Sarsılsa da yürümeye devam eder. Asıl olan yolun kendisidir, yolda karşılaşılanlar değil.
Asla Sözünün Yükü
İnsan bazen bir kelimeyi söylerken taşıdığı manayı tartmadan konuşur. Velhasıl bazı kelimeler vardır ki söylendiği anda sahibini bağlar, geri dönüşü olmayan bir yola sokar. “Asla” da bu kelimelerden biridir. Dile kolay gelir; fakat omuzlara ağır bir yük bırakır.
“Asla yapmam”, “asla affetmem”, “asla değişmem” diye kurulan cümleler, insanın hem kendisine hem hayata koyduğu sert sınırlardır. Zaman ise sınır tanımaz. Bugün “asla” dediğimiz birçok şey, yarın imtihanımız olarak karşımıza çıkabilir. İşte bu yüzden “asla” sözü, iddiadan çok dikkat ister.
Hayatın öğretici tarafı da tam burada başlar. İnsan, mutlak cümleler kurdukça hayat ona ihtimallerle cevap verir. Dün kesin görünenler bugün çözülür, imkânsız denilenler mümküne dönüşür. Bu değişim, insanı küçültmez; bilakis olgunlaştırır. Fakat “asla” ile mühürlenen sözler, bu olgunlaşmanın önünde set olur.
Manevî açıdan bakıldığında “asla”, çoğu zaman farkında olmadan kaderle tartışmaya girmektir. Kul, kendine ait olmayan bir kesinliği sahiplenir. Hâlbuki insana düşen niyet etmektir, hüküm vermek değil. Yarın neyle sınanacağımızı, hangi hâle düşeceğimizi bilmeden kurulan mutlak cümleler, kalbi katılaştırır.
Bu, sözünde durmanın değersiz olduğu anlamına gelmez. Aksine insan, verdiği sözü tartarak vermeli; söyleyemeyeceği yükü omuzlamamalıdır.
Belki de yapılması gereken, “asla”yı dilden eksiltip yerine hikmeti koymaktır. Keskin sözler yerine ölçülü niyetler, iddialar yerine dua etmek…
Çünkü insan, neyi kesinleştirirse oradan imtihan edilir. Söz, ağızdan çıktığında artık bize ait değildir; hâlimize, ahlâkımıza ve yarınlarımıza emanet edilir. Bu yüzden her kelime, bilhassa “asla”, kalpten süzülerek söylenmelidir.
Belki de “asla” kelimesinin bu kadar ağır gelmesi bundandır. Çünkü insan, istisnaları yok sayarak konuştuğunda kaideyi kendi eliyle zedeler. Hayat, mutlak cümlelerden değil; ihtimallerden, imtihanlardan ve istisnalardan örülüdür. Bugün “asla” dediğimiz hâller, yarın bir istisna olarak kapımızı çalabilir.
İşte tam bu noktada söz yeniden başa döner:
İstisnalar kaideyi bozmaz. Bozan, istisnayı inkâr ederek kurulan kesinliktir.
İnsan haddini bilerek konuştuğunda kaide yerli yerinde durur; istisna ise hikmete dönüşür. Ne söz ağır gelir ne yol şaşar. Asıl olan, kaideyi muhafaza edecek bir kalp inceliğiyle konuşmak; istisnaları da ibretle okuyacak bir basirete sahip olmaktır.
Yolunuz gül renginde, gül kokusunda olsun her daim…

