Dünyamızda ve ülkemizde, farklı yaşam kesitlerinden pek çok insan; kimi zaman kurumlar aracılığıyla, kimi zaman duyurularla bir araya gelerek belirlenen bir kitabı okuyup, belirli periyotlarla bir araya gelip o kitap üzerine sohbet eder, yorum yapar. Kitap kulüpleri, bu buluşmalar sayesinde katılımcılarına sayısız fayda sunmaktadır.
Kitap kulüplerinin en önemli katkılarından biri, kelime dağarcığını geliştirmesi; eleştirel düşünme becerisini artırmasıdır. İletişim becerilerinin güçlenmesi, sosyal bağların kurulması, kitap okuma ya da dinleme alışkanlığı kazandırması ve bu sayede motivasyonun artması da cabasıdır. Ayrıca, yeni bakış açıları kazanmak, yazarları tanımak, karşılıklı saygı ve empati yeteneğini geliştirmek gibi sosyal ve kültürel kazanımlar da sağlanmaktadır. Kendi deneyimlerimden, bu tür grupların kaliteli dostluklar kurduğuna, farklı dünyaları birleştirdiğine pek çok kez şahit oldum.
Ancak, bu tür etkinliklerin dezavantajlı gruplar için erişilebilirliği her zaman kolay olmuyor. Hastanede yatanlar, huzurevinde yaşayan yaşlılar ya da ulaşım sıkıntısı yaşayan bireyler, fiziksel olarak bu etkinliklere katılamayabiliyor. Neyse ki günümüzde pek çok kitap kulübü online platformlara taşındı ve böylece bu engeller büyük oranda aşılabiliyor.
Fakat bunlardan bağımsız, toplumsal dışlanmanın en sert yaşandığı alanlardan biri cezaevleri. Ülkemizde Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Adalet Bakanlığı’nın iş birliğiyle pek çok cezaevinde kütüphane çalışanları tarafından kitap okuma etkinlikleri, drama atölyeleri, çocuklara yönelik okuma saatleri gibi faaliyetler düzenlenmektedir. İçinde yer almaktan mutluluk duyduğum interaktif öykü okuma etkinliği de bunlardan biridir.
Okumak, ruhu yumuşatan, kibarlaştıran bir eylemdir. Ancak, kitapları seven insanların bir araya gelip ortak bir okuma ve dinleme deneyimi yaşaması, çok daha derin bir etki bırakır. Cezaevlerinde gerçekleştirdiğimiz etkinliklerde, Tolstoy’un İnsan Ne İle Yaşar? kitabı ilk kitabımızdı. Her seans bir öykü okunuyor, ardından öyküden çıkarılan anlamlar, hissettirdikleri üzerine sohbet ediliyor. En önemli kısmı ise katılımcıların “Siz bu öyküye nasıl bir son yazardınız?” sorusuna cevap vermesi. Bu, hem dinleme hem düşünme, yorumlama, hissetme hem de üretici bir eylem olarak dönüşüm meydana getiriyor.
Bu etkinlikler hükümlüler üzerinde dışarıdan gelen yeni bir yüz olmanın ötesinde, sosyalleşmelerini sağlıyor. Kitaplar üzerine yapılan sohbetler, farklı türleri keşfetmelerine olanak tanıyor ve daha önce birbirini tanımayan hükümlülerin birbirini anlamasına, iletişim kurmasına vesile oluyor. Çünkü herkes dinlediği öykülerde kendinden bir parça buluyor, hissettiklerini düşünüyor, kendi hikayesine ve yaşadıklarına dair bir dönüşüm yaşıyor. Bu süreç, bir anlamda ‘katarsis’ etkisi oluşturuyor.
Topluluk içinde hiç konuşmayan biri, etkinlik sonunda fikrini paylaşmaya başlıyor. Kendini ifade etme becerisi gelişiyor; yanlış bir şey söyleme kaygısı azalıyor. Herkes öyküye farklı bir perspektiften baktığı için, olayları çok yönlü değerlendirme yeteneği gelişiyor. Bu da bireysel dönüşümün yanı sıra kolektif bir zenginlik meydana getiriyor.
Bu etkinlikleri gerçekleştirmek, hem mesleki hem de kişisel deneyimim açısından benim için çok özel ve değerli bir tecrübe oluyor. Cezaevinin kapalı, sınırlı ve bazen zorlayıcı atmosferinde, farklı hayatlar yaşamış insanların bir araya gelip, zamanı ve mekanın sınırlarını aşarak paylaştıkları bu anlar bana işin manevi yönünün ne denli kıymetli olduğunu her seferinde hissettiriyor.
Özellikle öykü sonlarında “Ne düşündünüz?” ya da “Ne hissettiniz?” gibi sorulara verilen samimi cevaplar beni derinden etkiliyor. Tolstoy’un İnsan Ne İle Yaşar? kitabındaki öyküyü tamamladıktan sonra sorduğum “İnsan ne olmadan yaşayamaz?” sorusuna katılımcılardan biri “Umut olmadan,” diğeri ise “Güven olmadan,” cevabını vermişti. Bu cevaplar aslında herkesin kendi iç dünyasında neye ihtiyaç duyduğunun, neyin kendisini ayakta tuttuğunun güçlü bir yansımasıydı.
Mesleki açıdan bu deneyim, insan ruhunun kırılganlığını ve iyileşme kapasitesini gözler önüne sererken; kişisel olarak da insanın en zor koşullarda bile umut ve güven gibi temel değerlerle yeniden bağ kurabileceğine tanıklık etmek bana tarifsiz bir anlam katıyor.
Bazen yaptığımız küçük gibi görünen eylemler, başkalarının hayatında umut ve iyileşmenin kapısını aralar; bu yüzden her küçük adım, aslında büyük bir dönüşümün başlangıcıdır.”

