Köy ve Kent

28 Görüntüleme
5 Dak. Okuma

İnsan var olduğu ilk gün topraktan yeryüzüne gelmiş oldu. Topraktan meydana gelen hemen hemen her şeyini toprak aracılığıyla elde eden insan, yaşam standartlarının değişkenlik göstermesi maksadıyla köylerden şehirlere göç etmiş oldu. Eğitim, ekonomi ve daha nice faktörler insanın kentleşme kaygısını meydana getirmiş olmasından köylü milletinin de kentlere gelmesiyle şehirlerdeki yapılandırmada büyük değişiklikler meydana geldi.

Köylü insan, toprakla iç içe olduğu için toprağın aziz ve sakinliğinden kaynaklı biraz daha dingin oldukları görülmektedir. Şunu söyleyenler olacaktır: “Köylerde bir metrekare tarla için birbirine kıyan insanların olduğu köylüler mi daha sakin ve dingin?”

İnsan, köylere veyahut doğanın içine girince bir rahatlama ve sükûnet hissetmeye başlar. Topraktan gelmemizden mi kaynaklıdır bilemem lakin doğa insana dinginlik vermektedir. Kaosun ve kalabalığın olduğu kentlerde insan daha aceleci, daha hırçın ve daha kavgacı bir karaktere bürünmektedir. Köylülerin daha görgüsüz olduğunu söyleyenler olacaktır; ancak hiçbir köylü, evine misafir olarak gitmiş kimseden yana mahcup bir davranış sergilemediğini herkes söyleyecektir. Bu görgüsüzlük değil, efendiliktir.

Köyde insanlar yıllarca bitkilerle yaşamlarını idame etti. Bitkilerin ana vatanı toprak olmasından, topraktan gelen sakinlik bitkilere tesir etmesiyle sebze meyvenin daha sık tüketilmesi köylü insanlarda belirginleşen bir durum söz konusuydu. Son dönemlerde köylülerin de tüketim olarak et ve benzeri yiyeceklere yönelmesi köylü insanların da şehirliler gibi daha sert ve daha tartışmacı bir mizacının oluşmasına sebep oldu.

İbrahim Tenekeci’nin Son Düzlük adlı eserinde de bahsedildiği üzere köylüler şehre geldikten sonra şehrin hegemonyası ve kaosunun tesiriyle oluşan ruha, ekstra da hayvansal ürünlerin fazla tüketilmesiyle, hayvanlardaki sertlik ve inatçılık üzerlerine tesir etmiş oldu. Bundan kaynaklı kavgalar, şiddet olayları artmış oldu.

Betonlaşan bu çağda şehirlere yerleşen insanların huzur bakımından daha negatif sonuçlara uğradığı, yaşanmış olaylardan gözler önüne serilmektedir.

Şehir ve kent farklı manalara gelmektedir. Şehirler; geleneksel yerleşim manasını da içinde taşıyan, sanayinin, ticaretin, turizmin daha yaygın olduğu, mana olarak kentle Farsça kökenden aynı olsa da şehir; kalabalık anlamlarını da içinde taşımaktadır. İnsanlar teknolojinin ve sanayinin uçuş gösterdiği bu çağda köylerden çıkarak topraktan uzaklaşarak içlerine büyük boşlukların açılmasına sebep oldular. Bakınız; köylülerin yaşam kaliteleri daha ileri, hayatlarından aldıkları lezzet daha fazla, uyku problemleri daha az, huzursuzluk durumları daha az ve kısıtlı imkânlar içinde yaşamalarına rağmen köylülerden çok şey almayıp aksine toprağın mukaddesatından kaynaklı farklı bir bakış açısı bizlere sunmaktadır.

Şehirdeki insanlarda imkânlar çok olmasına rağmen kavga, tartışma, kin, haset, hırsızlık, şiddet daha fazla olmaktadır. Bunun sebebi artan nüfus diyebiliriz. Ancak tek etken bu değildir. Betonların içerisinde hayatlarını devam ettiren insanlar, imkân olarak var olan şeylerin yaşadıkları şehirlerde daha fazla olmasından, kendilerindeki yetinme duygusunun azalmasından dolayı huzursuzluk ve iç rahatsızlığın daha fazla olduğunu gözler önüne sermektedir. Son dönemlerde fark etmiş olduğum ve bir taraftan güzel sonuçlarının olduğunu düşündüğüm bir husus da çoğu kişinin şehrin kaygı ve kalabalığından kaynaklı artık köy ve ağaçlı alanlara daha çok akın etmekte olup ellerinden geldikçe arazi almaya yeltenmesi; insandaki iç huzurun yönelim olarak değiştiğini bizlere kanıtlar niteliktedir. Anadolu, toprak olarak yeryüzünün en kıymetli beldelerinden birisidir. Ne atarsan misliyle bize veren toprağımızın olmasına rağmen hepimizdeki bu şehirde kat kat apartman dikip birden fazla daire sahibi olarak geçimini kiralara dayandırmak, bir vakitten sonra duygusal boşlukların kapısını açmış olacaktır. İnsan, yediklerine dikkat etmesi gerektiği kadar yaşadığı yere de dikkat etmesi gereklidir. İnsanlar artık tahammül seviyelerini en aza indirmiş vaziyettedirler. Bu durumun önüne geçilmesi için herkesin toprakla, bitkilerle zaman geçirmesinin, insandaki huzursuzluk ve tahammülsüzlük problemini azaltacağı inancıyla naçizane bir tavsiye olarak sunulmaktadır.

Lao Tzu der ki: “İnsan doğduğunda yumuşak ve esnektir. Ölünce de sert ve kırılgan.” Aynı sulanmış toprak ve bakımsız toprak gibi. Bizlerin de var olduğumuz yerin, gideceğimiz yer olacağını bilmemiz gereklidir. Toprak manasıyla…

Şehir ve köy manasını iki büyük üstadın yazılarıyla harmanlamış olup şehir mi köy mü sizlere bırakmak isterim.

ŞÜKRÜ ERBAŞ – Köylüleri Niçin Öldürmeliyiz?
İBRAHİM TENEKECİ – Son Düzlük (Köy Üzerine Yazılar)

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yapılmamış

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version