Geçen ayki yazımda, duyguları bastırmadan, onları tanıyıp kabul etmenin ilk mertebe olduğuna değinmiştim. Zira insan, kendi duygularıyla yüzleşmeden, onları inkâr ederek yol alamaz. Fakat burada durmak da kâfi değildir. Zira duygular yalnızca yüzeyde görünen dalgalardır; asıl mesele, o dalgaları harekete geçiren rüzgârı bulmaktır. İşte bu da bizi ikinci mertebeye götürür: Duygunun Kaynağını Sorgulamak. O halde geçelim yeni bölümümüze.
Duygunun Kaynağını Sorgulamak
Öncelikle, duygunun kaynağını sorgulamaya değinelim. Nedir bu kaynağı sorgulamak? Bir duygunun ortaya çıkışında hangi düşünce, hangi olay ya da hangi anı rol oynamaktadır?
İnsan çoğu zaman yalnızca duygusunu görür ama onun arkasındaki düşünceyi fark etmez. Mesela öfke duyduğumuzda çoğu zaman karşımızdakini suçlarız. Oysa öfkenin kaynağı belki de kırılganlığımızdır, belki de çocuklukta yaşadığımız değersizlik hissidir. Korku duyduğumuzda dışsal tehlikeyi büyütürüz. Oysa kaynağında çoğu zaman kontrolü kaybetme kaygısı yatar. İşte bu noktada aklın ışığı devreye girer.
Farabi’nin dediği gibi, akıl doğruyu eğriden ayırır. Fakat önce neden eğrildiğimizi, hangi düşüncenin bizi yanlışa sürüklediğini anlamamız gerekir. Aklın en büyük gücü analiz edebilmesidir. Duygunun kaynağını sorgulamak, insanın kendi iç dünyasında bir dedektif gibi iz sürmesidir. “Şimdi bu duyguyu yaşadım, peki onu doğuran hangi düşünceydi?” sorusunu sormak, duyguyu çözümlerin kapısını aralar.
Örneğin kıskançlık duygusunu ele alalım. Bir insan neden kıskanır? Kıskançlığın kökeninde çoğu zaman “ben yeterli değilim” düşüncesi yatar. Yeterli olmadığını düşünen insan, başkasının sahip olduklarına göz diker. Bu farkındalık edinilmediğinde kıskançlık, kişiyi zehirleyen bir duyguya dönüşür. Ama kaynağına inildiğinde kişi anlar ki mesele, başkasının fazlalığı değil, kendi içinde hissettiği eksikliktir. İşte bu farkındalık, duygunun dizginlenmesini sağlar.
Aynı şekilde utanç duygusunu düşünelim. İnsan neden utanır? Bazen toplumsal baskılar yüzünden, bazen de geçmişten getirdiği değersizlik duygusuyla… Utanç, kişiyi Erikson’un Psikososyal Gelişim Evrelerinden 2. evresinde de bırakmış olabilir. Bu evre, “Özerkliğe karşı Utanç ve Kuşku” dönemi dediğimiz (1,5 – 3 yaş arası) olan bir evredir. Burada çocuk, kendi başına bir şeyler yapmayı öğrenir; ama aşırı kısıtlama veya cezalandırma yaşarsa utanç ve kuşku geliştirir. O halde utanç duygusu, insanın bebeklikten çocukluğa geçerken yaşadığı engellenmelerin içinde bıraktığı bir duygu da olabilir. Dolaysıyla, kaynağı sorgulanmadığında utanç, kişiyi içine kapanmaya ve suskunluğa itebilir. Ama köküne inildiğinde, insan farkındalık edinir; bu farkındalık ise insana özgürleşme cesareti verir.
Duygunun kaynağını sorgulamak, insanı alt benliğin karanlığından çıkarıp, aydınlık bir bilinç alanına taşır. Çünkü sorgulanan duygu artık kör bir güç değildir. İnsanın aklı, duygusunun dilini çözmüştür. Bu çözümleme, insanın kendisini daha derinden tanımasını sağlar. İnsan, kendi düşüncelerini gözlemleyerek aslında kendi zihninin de mimarı olduğunu görür.
Mertebeler 2’nin bu ikinci adımını, yine bu kuramı çerçeveleyen ünlü psikolog Erik H. Erikson’un şu sözüyle özetleyebiliriz: “İnsan kim olduğunu ancak geçmişte yaşadığıyla yüzleştiğinde keşfeder.” O halde insanın kendine göçü gerekmektedir. İnsanın kendine göçü, olgunluğa ulaştıran bir kapıdır. Bu kapı, insan yalnızca duygularını tanımasıyla değil, aslında onların kökenine inmekle olur.
Böylece, aklın rehberliğinde duygularımızın kaynağına inmek hem düşüncemizi hem de duygularımızı bir terazide tartmamızı sağlayacaktır. Bu mühim bir beceridir. Ve bu beceri, bizi dengede tutan, içsel özgürlüğümüze ulaştıran önemli bir basamaktır. Kaynağına ulaştığımız duygumuz artık bizim için bir zincir değil, bir öğretmendir.
Carl Gustav Jung’un şu sözüyle noktalamak istiyorum: “Dışarıya bakan rüya görür, içeriye bakan uyanır.”
Dışarıya değil de içeriye bakmayı başarmanın umuduyla; mertebeler yolculuğumuzda bir basamak daha çıkmaya gayret diyorum ve duygularımızın yalnızca yüzeyde değil, derinlikte neye dayandığını görmeyi, bu farkındalığı edinmeyi ve bu sayede kemale ulaşmayı arzu etmenin ne denli kıymetli bir meziyet olduğunu düşündüğümü belirtmek isterim.