Rüya

37 Görüntüleme
7 Dak. Okuma

Şehrin çöpleri emin ellerde. Yani benim ellerimden geçiyor. Kimi yırtık pırtık aşk mektupları, kimi ise benim dahi almaya gücümün yetmeyeceği koca bir alyansı savuruyor yerlere. En son birisi bir fotoğraf karesini yere bırakıp gitmiş. Yüreğime dokundu, naparsın? Bir asker fotoğrafı. Askerin üniformalı kıyafetiyle oturuşu ve kucağındaki minik kız çocuğu… Çok içli bakıyor babasına. Sanki kaybetmekten korkuyor kızcağız. Ancak hiçbir şey belli olmaz bakarsın, babasından daha az ömür sürmüş. Bir an, yalnızca bir an gelir ki gidivermişsin hiç bilmediğin bir diyarın en içli tarafına. Sanki hiçbir şey yaşamamışsın da dünya üzerinde hiç var olmamış gibi unutulursun belli bir zaman sonra. Fotoğraftaki bir beyaz damla dikkatimi çekti. Sanki yerini yurdunu edinmiş de yapışıp kalmış, hiç gitmeyecekmiş gibi fotoğrafı sahiplenmişti. Hafızamı yitirdin, dediler bana. Seni bir çöplükte ağlarken bulduk. Sonra kendini buralara ait hissettiğinden uzaklaştırmadık, dedi yaşlı bir herif. Sonra hiç göremedim onu. Hızır gibi mübarek, o gelince sadaka verenler arttı hep. Çok yorgunum, yeni şiirler yeni şarkılar duymak yerine artık hep yazmak, çılgınca ve haykırırcasına bağırmak istiyorum. Artık gözlerimin takati kalmadı, hep uyun…

Uzak diyarların ezgisi kulağıma misafir olduysa da enstrüman olarak keman ve klarnet eşlik ediyordu. Bir yandan ağlama sesleri ve seyyar satıcıların hoyrat sesi uyandırdı. Dün gecenin tesirinde kalmıştım. Ela gözlü sokak kızı beni benden almıştı. Nazikçe ezgi söyleyişi ve elindeki fotoğraf karesine uzunca bir süre bakıp ağıt yakışı içimi ürpertmeye yetmişti. Tüm dünya seferber olsa da bu kızı kurtarmak için elinden geleni yapsa diye içimden binlerce dua ettiğimi anımsadım. Ama elden ne gelir? O bir sokak kızıyken ben onları yakalamaktan sorumlu zabıta memuruydum. Ne diye böyle bir rastlantının içine düştüysem? Rastlantı veya kader derler. Ancak ben işime geleni seçerim. Hayatım da hep böyledir zaten. Bir tarafta kara bir defterin varlığından ürkerken koca bir hayvanat bahçesini yalnız dolaştım ben. Cebimi karıştırırken birden metal bir eşyanın elime değdiğini hatırlıyorum. Galiba hafifçe zincirleri olan bir şey. Cebimden çıkarıp havaya kaldırıyorum. İşte o kızda duyduğum efsunlu koku… Sessizlikle boğuşan ruhuma bir nefes üfürdü sanki. Durgun duyguların okyanusunu çağıldatan bir su damlası gibi girdi yüreğime. Kolyeye bakınca “N” harfli bir kolye olduğunu görüyorum. Derin bir sessizlik çöktü duvarların bağrına. Oturup bu an hiç bitmesin, hep ruhum bu anı hiç unutmasın istedim.

Kapı çaldı. Bir an o geldi sandım. Aptal kafam, kız nerden bilsin benim nerede olduğumu? Ancak bu saatlerde kapım pek sık çalınmaz. Bakalım hayırlara vesile… Artık hayatta ve dünyada hayırlar pek kapımızı çalmaz. Yurtlar ve yuvalar birer cehenneme dönüşmüş, çocuklar bir parça un için ölümü göze almış ve utanmadan dünya barışından bahseden zırva sürüsü. Artık bütün bunların hiçbir önemi kalmadı. Kapıyı büyük bir heyecanla açıyorum. Karşımda, çöpten yüzü gözü siyahlara boyanmış birkaç kişi.

“Hakkımız olanı isteriz. Sizin gibi züppeler bizim hakkımızı gasp eder.”

Hep bir ağızdan marş okur gibi bağıra çağıra söylenip durdular. Sanki büyük bir zafer elde etmiş de düşmanlarını ele geçirmiş muhafızlar gibi gururla üzerime doğru saldırdılar.

Her şey arapsaçına döndü. Korkunç bir baş ağrısıyla birlikte etraf iğrenç bir kokuya bürünmüş, her tarafım tutulmuştu. Kısacası ölmüşüm de ağlayanım yok. Farklı bir ortama girince hep yadırgamış olsam da belli bir müddet sonra alışır ve o yerin yerlisi gibi davranırdım. Fakat burası öyle bir yere hiç benzemiyordu. Tüm insanlar korku dolu gözlerle birbirine bakıyor, herkes korkunç bir cinnetin ortasında kaldığının farkına varıp bağırmaya başlayınca kallavi bir sopa kafamın tam ortasına indi.

Küçük, incecik ve narin bir elin varlığını hissettim omzumun üzerinde. Sonra o el birden öyle bir sertleşti ki ağzımı kanlarla doldurdu. Ancak ağlamak isterdim böyle bir durum karşısında. Fakat gözümdeki yaşların kuruduğunu hissetmiş olacağım ki bağırdım. Olağanüstü bir güçle sesimi duyurmaya kalkıştım. O elin sahibi bu davranışımdan rahatsızlık duyduğunu belli ederek daha çok vurdu. Dur durak bilmeden devam eden işkenceme yorulunca ara verdi de biraz nefes aldım.

Cebimde kana bulanan kolyeyi çıkarıp gözümün içine sokar gibi uzattı. Korkudan ne yapacağımı bilemez bir halde donakaldım. Sessizlik ruhumu boğazlarken kallavi bir tokatla bülbül gibi şakıdım.

— Vallahi ben… O kolyeyi birden cebimde buldum.

Dozunu aşacak türde bir kahkaha patlatarak:

— Doğru, sizin gibi gözüküyor. Paraya doymuş türler bizim gibilerin kokuşmuş eşyalarını ne yapsın ki?

— Ama ben… Asla öyle düşünmek…

— Tabii ya! Senin gibi kaç tanesini toprağa gömdüm ben. Bu devir hep yalanların, dolanların cirit attığı bir yer haline gelmiş. En büyük suç bizde de var aslında. Her denileni boyun eğip yaparsan öyle olur.

— Sanki bu dünyada bir tek siz mi acı yaşıyorsunuz? Dünyada milyonlarca acı yaşayan insan var. Her şeyin en arabeski hep sizdeymiş gibi ahkâm kesme bana.

— Benim seninle konuşmam da kabahat. Plaza kafalılar bazı şeyleri anlayamaz.

— Plaza kafa, ha!

— Aynen öyle. Sen hiç kardeşlerin aç kalmasın diye çöp toplarken aynı anda gece bekçilerinden kaçtın mı? Ya da tacize uğramamak için sürekli boynunda düdükle dolaştın mı?

— Güzel ve asi kız… Kim bilir, belki de sen diğer tarafta ya da rüyalarımda hep hak ettiği gibi bir yaşama kavuşursun. Ne bileyim, belki bir ıhlamur ağacının altına kaybolan gençliğini yakalarsın. Yitip giden rüyalarımıza kavuşalım birlikte, hep birlikte dualarımızı bu dileğe adamak şartıyla. Arayalım ömrümüzü, belki tüm kötülükleri yok etmek pahasına. Rüyalarda buluşuruz belki güzel kız, rüyalarda…

Sesim donuklaşıp, gözlerim bulanıklaştı. Her şey bir rüyadan ibarettir diye düşünmek istedim. Bir sonbahar gözyaşı olsun da yağmurlar gibi süzülsün istedim. Gözlerimi açıp kapamak istedim, tıpkı sevmediğim bir kitabın sayfasını kapayıp kenara koymak gibi…

Birden saatin alarm sesiyle uyandım. Meğer her şey koca bir kâbus veya mutlu bir andan ibaretmiş. Yan tarafta telefonumun zil sesi yankılanıyor kulağımı patlatırcasına hem de. Yırtılan kulak zarı değilmiş gibi ses hâlâ yankılanıyordu.

“Rüyalarda buluşuruz. Bu şarkıyla kavuşuruz…”

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yapılmamış

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version