Sembolizm Ve Bir Gülün Suskunluğu

42 Görüntüleme
6 Dak. Okuma

Her şey bir işaretle başlar: bir gülün suskunluğu, bir aynanın buğusu, bir gölgenin sabırsız titreyişiyle… Sözcükler yalnızca görüneni değil, görünmeyeni de anlatmak ister. Bir kelime bazen bir mevsimi taşır içinde, bazen bir ömrün soluk izini. Anlam hiçbir zaman ilk bakışta görünmez, tıpkı kalbin de kendini hemen açmaması gibi. Sembolizm, hakikatin örtüsünü aralar ama asla tamamen kaldırmaz. Çünkü giz, güzelliğin en derin nefesidir. Ve her insan bir semboldür, okunmayı bekleyen, anlamı içe doğru kıvrılan bir şiir gibi…

Haydi, şiir ol, insanlar okusun.
Güzelliği kat içine, gönüllere dokunsun.
İçinde insanla, sevdiğinle, güllerde bulunsun.
Güzelliğin derin nefesi, gülün kokusuyla içinde bulunsun.

Bir ıslık var gecenin ucunda; kimseye çalmıyor ama hepimizi sanki çağırıyor. Sanki her yalnız ruhun içinde yankılanan, unutulmuş bir şarkı gibi… Karanlıkla dost olmuş bir kandilin titrek ışığında, insan kendi gölgesine bakarken öğreniyor acemiliğini, çünkü gölgesi bile ondan kaçıyor. İnsan kendine doğru yürürken ne kadar çok eşyasını yitiriyor: kelimeleri, umutları, yüzleri, bazen de kendi sesini. Ama işte, tam o sessizlik anında bir şey filizleniyor yavaş yavaş; görünmeyen, adı konmamış ama yüreğin derinliklerinde ışık gibi kıvılcımlanan bir şey: insan olma duygusu. Belki de semboller bu yüzden doğdu. Çünkü kelimeler yetmedi kalbe. Bir gül, bir gözyaşı, bir rüya… Her biri bir harf gibi dizildi hayatın diline. Ve biz, anlamın tam ortasında acemice tökezlerken aslında en dürüst hâlimizle dokunuyoruz gerçeğe.

İnsan acemiyken güzeldir. Çünkü hâlâ yanılabilir, hâlâ ağlayabilir, hâlâ utanabilir. Ustalaştıkça eksilir duygusu, elleri kelimelere dokunmaz olur. Oysa şiir bile, belki de bir aceminin kalbinde doğar; duyguların nereye sığacağını bilemediği o taşkınlıkta, kalemin nereye gideceğini bilmeyen o telaşta.

Güller ekmelisin gönül denilen bağına,
Yolda yürürken bakmalısın sağına soluna.
Belki yardıma muhtaç vardır, girersin koluna.
Bekleyenin varsa da fazla bekleme, git sarıl boynuna.

Bir çocuğun ilk defa kar gördüğünde gülümsemesi gibi… Bir âşığın ilk defa kendi sesini yabancı bir isimle karıştırması gibi… İnsanın yüreğinde hep bir ilk defa kalır. Ve o ilk defa, hayata tutunan son dalıdır. Yalnızlık bazen bir öğretmendir. Sessizliğiyle konuşur insan, eksilttiğini tamamlar. İnsan kendi iç sesini duymadıkça dış dünyanın gürültüsü azalmaz. Herkes konuşur ama az kişi dinler. Oysa duymak, yalnızlığın en asil biçimidir. Çünkü duymak anlamayı ister; anlamaksa bir bedel ister.

Gönlün derinliklerine inmeli,
Gönülde dert, keder var ise sezmeli.
İnsan olmanın gerçeğidir, hep sevmeli.
Sevmek yoksa, bir mezara girip ölmeli.

Belki de biz anlamakla anlatamadık. Çünkü her anlam biraz yaralar, her fark ediş biraz eksiltir. Ne kadar bilirsek, o kadar kırılırız. Ama kırılmak, yeniden doğmanın tek yoludur. Kırılan her şeyden ışık sızar. Bir sembol gibi yaşar insan; görünmeyen bir anlamın görünen yüzü. Gül bazen sevgiyi anlatır, bazen ölümü; ama hiçbir zaman yalnızca bir çiçek değildir.

Tıpkı insanın da yalnızca bir beden olmaması gibi… Her birimiz bir anlamın taşıyıcısıyız; bazen başkası için bir umut, bazen bir yara, bazen sadece bir sessizlik. Gece ilerledikçe ıslığın sesi değişir. Önce ürkütür, sonra sarar, sonra susturur. Çünkü insan korkularıyla dost oldukça olgunlaşır. Karanlık artık düşman değil, kendine bakan bir aynadır. O aynada göz göze geldiğinde, işte orada başlar gerçek şiir: kelimesiz, sessiz ama kalpten yazılan bir şiir olur. Belki de insan, en çok acemi kaldığı yerlerde insandır. Ustalık bir mesafedir ama acemilik bir dokunuş. Hayata dokunmak için bazen eksik kalmak gerekir. Tam olduğumuzda bitiyoruz. Sabah olduğunda gece boyunca yankılanan o ıslık kesilir. Ama sesi, kalbin içinde bir yerlerde kalır. Ve insan, o sesi her hatırladığında yeniden başlar: yeni bir günün acemisi olmaya.

Bir gül açar içimizde. Kimseye görünmez ama kokusu yayılır etrafa. Bir dostluk başlar insanla kendi arasında. Yıllarca kavga ettiği, susturduğu, utanıp sakladığı yanlarıyla barışır.

Kendine “tamam” der: “Böylesin, eksiksin ama sen sensin.” Ve bu cümle, bütün kitaplardan daha huzurludur. Bazı insanlar bir şarkıyla iyileşir, bazıları bir sessizlikle. Bazılarını bir gülümseme kurtarır, bazılarını bir dokunuş. Ama hepsinin ortak bir hikâyesi vardır: bir yerde kırılmış, bir yerde yeniden başlamışlardır. Kırılmayan hiçbir şey ışık tutmaz.

Belki de hayat sadece bir unutma sanatıydı; küslükleri, kavgaları, hataları… Acıyı, gururu, beklentiyi, hatta bazen sevinci bile unutmayı öğrenmek. Unuttukça hafifleyen bir ruhun kanatlanışı değil mi hayat? Küçülerek değil, sadeleşerek büyümek. Ve en sonunda, insan kendi kalbini dinlemeye başlar. Artık ıslık çalan o gece yoktur. Yerine bir iç ses kalır, çok sessiz ama kararlı: “Buradayım. Olduğum gibiyim. Ve bu yeter.” O ses artık yalnızlığın değil, barışın sesidir. Bir ömrün en büyük ustalığı, acemiliğini yitirmemektir. Çünkü hâlâ şaşırabilen, hâlâ duygulanabilen, hâlâ ağlayabilen bir kalp, ölmemiş bir kalptir. Ve işte, yeniden başlamak budur: aynı kalmakla birlikte her şeyi yeniden sevmek.

İnsanı gönülden sevmeyi seçmelisin,
İnsanı güldürmeden sen gülmemelisin.
Bir gülümseme, bir merhaba ile güldürmelisin.
Aşkla severken, aşkla insanı sevmeyi su gibi içmelisin, vesselam.

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yapılmamış

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version