Sessiz Gerçek

20 Görüntüleme
5 Dak. Okuma

Gecenin tenhalığı, İstanbul’un her zamanki gürültüsünü yutmuş gibiydi. Şehrin kalabalığı, korna sesleri, telaşlı adımlar… Hepsi, sanki çok uzak bir geçmişe aitmiş gibi silinip gitmişti Elif’in zihninden. Rüzgâr, Galata Kulesi’nin eteklerinde inleyen bir kemancı gibi çalıyordu kulaklarının dibinde. Gözlerinin önünde yıllar önce kaybettiği bir yüz, karanlığın içinden usulca çıkıp ona bakıyordu. Zeynep. Kız kardeşi. Yaşarken ona ait olduğunu sandığı tek bağ. O gece… O lanetli gece.

Elif, sokak lambasının sarı ışığında hafifçe titreyen ellerini cebine sakladı. Adımlarını ağır ağır attı. Sanki her adımda geçmişin içinden geçiyor, her köşe başında yüzleşmesi gereken bir hatırayla karşılaşıyordu. Zeynep’in ölümüyle sadece bir kardeşi değil, aklının da bir parçası ölmüştü. Ve o gün bugündür Elif, kendi zihninin labirentinde kaybolmuştu. Ne görevden istifası, ne danışmanlıkla geçirdiği yıllar, ne de bir daha silinmemek üzere belleğine kazınan o görüntü… Hiçbiri iyileştirmemişti onu.

Zeynep’in cansız bedenini teşhis ettiği o an… Solgun yüzü, saçlarının arasına düşmüş incecik bir kan izi, göz kapaklarının titrek kapanışı… Elif’in gözünden hiç gitmemişti. O görüntü yıllarca gecelerine musallat olmuş, uyanıkken bile peşini bırakmamıştı. Onu orada, o morg odasında bırakamamıştı. Zeynep hâlâ onunla yaşıyordu; sesi kulaklarında, nefesi omzunda, hatırası kalbinin tam ortasında.

Bir gün, posta kutusunda isimsiz bir zarf buldu. İçinden çıkan tek sayfalık notta şu yazıyordu: “Zeynep hâlâ burada. Gelmeden önce iki kez düşün. Her şeyi hatırlıyor musun, Elif?” Gözleri büyüdü. Parmakları titredi. Zarfa dokunduğu an, geçmişin soğuk parmakları omzuna yeniden dokunmuş gibiydi. Bu bir oyun muydu? Yoksa gerçek bir çağrı mıydı? Elif bilemediyse de içindeki dürtü onu durduramadı. Gidip o eski semte adım atarken, her sokağın, her duvarın, her çatının altında bir gölge gizli gibiydi.

Eski meslektaşı Cem’le bu süreçte yeniden karşılaştı. Cem, Elif’i gördüğünde önce tanıyamadı. Saçları kısalmış, gözleri daha da kararmıştı. Bir zamanların vakur dedektifi değil, derin bir acının izlerini taşıyan bir hayalet gibiydi Elif. Cem ona baktı ve sadece “Yine mi geçmiş?” dedi. Elif cevap vermedi. Onun yerine gözleriyle sordu: “Sence hâlâ buradayım, değil mi?”

Zamanla Elif, olayların içinde kaybolmaya başladı. Gördüğü insanlar, duyduğu sesler… Her şey gerçek miydi, yoksa zihninin ona oynadığı oyunlar mıydı? Bir gece rüyasında Zeynep ona bakıp şöyle dedi: “Sen benim yanımda değildin o gece. Beni yalnız bıraktın.” Elif, ter içinde uyanmıştı. Bu sahne tekrar tekrar gelmeye başladı. Zeynep’in gözleri her defasında daha sitemkâr, daha derin, daha soğuktu.

Elif’in gerçeklikle bağı yavaş yavaş çözülmeye başladı. O eski apartmanda Zeynep’i görür gibi oldu, merdivenlerden kaçan bir gölge… Gözlerini ovuşturdu, tekrar baktı; boşluk. Ama kalp atışları, orada bir şey ya da biri olduğuna emindi. Deliriyor muydu? Yoksa delilikle gerçeklik arasındaki o ince çizgide mi yürüyordu?

Ona bu dosyayı getiren kişi, genç bir kızın kaybını anlatmıştı. Ancak kızın adı farklıydı, hikâyesi farklıydı. Yine de Elif’e göre her detay Zeynep’i işaret ediyordu. Yazdığı günlüğü okurken satır aralarında Zeynep’in adını gördü. Halbuki kimse yazmamıştı. Sadece Elif görüyordu. Elif okuyordu. Belki de sadece Elif yazmıştı.

Sonunda Cem, Elif’i bir gün durdurdu. Ona bir video izlettirdi. Video, Elif’in hastanedeki halini gösteriyordu. Beyaz duvarlı bir odada, boşluğa konuşuyordu. Elinde bir kalem vardı, yere oturmuştu. “Zeynep’i bulacağım,” diyordu sürekli. Cem’in gözleri dolmuştu. “Sen beş yıldır buradasın Elif,” dedi sessizce. “Hiçbir dosya yok, hiçbir cinayet. Sen buradan hiç çıkmadın.”

Elif gözlerini kapattı. Tüm sesler sustu. Tüm görüntüler bir sisin ardında kayboldu. O an, gerçekten uyanmış gibiydi. Burası neresiydi? Dışarı çıktığını sandığı o günler, sokaklar, ifadeler, gölgeler… Hepsi hayal miydi? Zeynep gerçekten ölmüş müydü? Yoksa hâlâ yaşıyor muydu ve Elif onu yıllar önce terk edip kendi zihnine hapsolmuş muydu?

Bir sabah, Elif’e bir ziyaretçi geldi. Genç bir kadındı. Yüzü tanıdık. Gözleri… Aynı gözler. Elif’in gözleri doldu. Kadın sessizce yaklaştı, eğildi ve kulağına fısıldadı: “Ablam…”

Elif gözlerini kapattı. Belki de iyileşmek için ilk kez gerçekten ağladı. Çünkü bazı yaralar, sadece gerçekle yüzleşince kabuk tutardı. Ama hangi gerçek? İşte onu sadece Elif bilebilirdi.


Konuk Yazar: Sevtap EKEN

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Misafir Yazar
Yorum yapılmamış

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version