Saat sabaha karşı 3:20. Bu satırları gecenin sessizliğine bürünmüş karanlığında, bir mum ışığıyla yazıyorum. O, yastıkla giriştiğim kavgaların sonunda, yine uykuyu kaybettiğim gecelerden biri daha… Gözlerim yorgun, bedenim yorgun; kafamda dönüp duran düşünceler. Kalemim, içimi yakan derdimi ve tasamı kelimelerle gelişi güzel diziyor kâğıda. Düşündüm, belki ay ve yıldızlar da eşlik eder, biraz ışık olur bu geceye diye… Ama sanırım onlar da küsmüş; gelmedi kimse.
Aklımdaki sesleri susturmak için kulağımda son ses müzik var, ama ne fayda… O da bu gece düşman kesilmiş bana. Şimdi önümde bir defter, bir kalem, bir fincan kahve… Bir de satırlardan kurduğum küçük yalnızlar takımı var. Biz bizeyiz, her zamanki gibi. Ayrılmazlar takımı.
Yalnızlık mı dedim? Dur, bir düşünelim. Neydi yalnızlık? Görünürde biri var, nefes alıyor… ama varlığını hissetmiyorsan, sesi ulaşmıyorsa sana, bu yalnızlık değilse nedir? Ya da yanında olması gereken zamanda seni hep ıskalayan o boş kalabalık, yalnız olmadığını mı gösterir? Sanmam. Bana göre yalnızlık bir his. Ve ben hissediyorsam, yalnızım demektir. Yalnızım evet, hem de çok. Şikâyetçi değilim aslında; sadece söylemek istedim.
Süslü laflar bana göre değil. İçimden geçtiği gibi konuşur, düşündüğüm gibi sorarım hep. Gece ise en güzel dostum oldu bu hayatta. Sessizliğiyle daima beni dinleyen, yargılamayan ve hiç terk etmeyen. Kalemim bitene kadar yazıyorum yine içimden geçtiği gibi. Kahvem, param yettiğince yanımda. O da sonra çekip gidiyor, habersiz.
Yalnızlık böyle bir şey işte. Bile bile kalıyor, kırıyor, incitiyor. Ve bu gece diyorum ki… keşke o mutluluk mucizesi bana da uğrasa. Otursaydık birlikte, biraz havadan sudan konuşsaydık… Hayattan, aşktan, çiçeklerden, şiirlerden… Ne güzel olurdu, değil mi?
Bazen bazı sınavların zorluğu öyle bir korkutuyor ki… Gücümü alıyor, beni yavaşça çaresizliğe bırakıyor. “Geçemem” hissine kapılıyorum. Vazgeçiyorum çalışmaktan; çabalamak boş geliyor. Sonrası malum: hayal kurmayı da bırakıyor insan. Pes ettiriyor hayat.
Diyorum ki kendi kendime… Zorluk yaşamadan güzel günler gelmiyor diyenlere soruyorum: neden? Güzel şeylerden önce illa bu kadar çetin sınavlar verilmek zorunda mı? İnsan denen varlık ne kadar yaşayıp, ne kadar gülebiliyor ki? Sistem mi bu, kader mi, bizim görmezden geldiğimiz işaretler mi? Yoksa hepsi birer yanlış seçim mi?
Ne kadar yaşarım, ne kadar sağlıklı kalırım, bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var ki: hayat çok kısa. Ve bizi en çok vazgeçemediklerimiz üzüyor. Neyse…
Sabah olmuş yine. Gün ağarmış. Güneş usulca selamlıyor beni. Bir günü daha geçmişe emanet ettim. Şimdi gözüm gelecekte, niyetim güzel günlere. Ömür perdesi inmeden önce kıymet bilmeli insan. Sonra çok geç oluyor, unutma. Gülümse, umudunu kaybetme ve içinden geldiği gibi yaşa. Kimsenin ışığını çalmasına ve seni incitmesine izin verme.
Sevgi ve huzurla…