Yaşayışın Rengi

20 Görüntüleme
3 Dak. Okuma

Yaşayışın rengi dediğimiz şey, aslında insanın kendini yaşama biçimidir. Kimisi bu dünyaya ateşin rengiyle dokunur; hızlı, cesur, yakıcıdır… Kimisi su gibi akar; durudur, derindir… Kimisi ise toprağın rengine sahiptir; sabırlı, köklü, ağırdır. Kimi rüzgâr gibi gelir, kimi çınar gibi durur.

Kimi ateş gibi yakar, kimi su gibi iyileştirir, hayat verir…

Herkesin rengi kendine bir şifadır. Herkesin bir rengi vardır ve bu renk, insanın nefes alışına kadar uzanan bir yolculuktur.

Yaşadığın her an, verdiğin her karar, attığın her adım bu rengin tonlarını değiştirir; ama özde saklı duran o ilk hâl, seni her zaman kendi merkezine çağırır.

Bazı sabahlar uyanırsın; perdeden sızan ışık birden fazla görünür. Sanki dünya dün olduğundan daha parlaktır. İşte o anlarda yaşadığın renk, sen fark etmesen bile bir gölge gibi yanındadır. Saatler geçer, gün akar, kalbinde sebepsiz bir ferahlık belirir. Belki bir gülüşten, belki bir dokunuştan, belki de sadece kendinle olmanın sessizliğinden. Her biri senin yaşamına yeni bir renk katar.

Ama bir de karanlık günler vardır. Rengin kıyısına çöken ağır tonlar… İçinde sebebini bile bilmediğin bir suskunluk, bir acı… İşte yaşamın rengi tam da burada sınanır. Çünkü gerçek renk, ışıkta belli olmaz; gölgede ortaya çıkar. İnsan karanlıktan geçmeden kendi parlaklığını anlayamaz. Kendi içinden geçmeyen hiçbir renk, insanın gerçek rengi değildir.

Zamanla anlarsın ki yaşamak, bir paleti elinde taşımak gibidir. Ne zaman hangi renge ihtiyacın olacağını bilemezsin. Bazen cesaretin kırmızıya ihtiyaç duyar, bazen sakinliğin maviye… Bazı anlar vardır ki yalnız kalmak istersin; griye bürünürsün. O gri, düşündüğün kadar kasvetli değildir aslında; seni kendi içine çağıran bir köprü gibidir. Ve gri bittiğinde, içinden daha berrak bir ton çıkar.

Renkler birbirine karıştıkça insan da değişir. Olgunlaşmak, ruhun tonlarının incelmesi demektir. Yaş aldıkça, yaşadıkça, atlattıkça; renklerin daha yumuşar, daha derinleşir, daha anlamlı, daha güzel olur. Hayat, insana öğretir. Kırıldığın yerlerde bile bir renk saklıdır; her yara, ışığı içeri alacağı bir pencere açar.

Ve en önemli şey; yaşayışın rengi, tek başına bir varlık değildir. İnsan yalnızca kendisinden değil, dokunduğu her şeyden bir ton alır. Bir dostun sıcaklığından, bir çocuğun nurlu tebessümünden, bir ağacın gölgesinden, bir dua anının sessizliğinden… Hatta bazen tanımadığın birinin gözündeki acı bile senin rengine karışır. Yaşam bir alışveriştir; renklerin alışverişi.

Rengin bazen başkalarına da güç olur. Bir insanın yanında kendini güvende hissediyorsan, onun rengi sana iyi geliyordur. Bazı ruhların rengi ise nadirdir; nadir oluşları gürültüyle değil, derin bir huzurla anlaşılır. Kötü insanlara rağmen, kendi tonunu bozmayan insanlar vardır; onların yanında kalbin rahatlar, mutlu olursun. Onlar, ışık taşıyanlardır…

Hayatın her acısı, her sevinci, her vedası, her başlangıcı bu rengin katmanlarını çoğaltır.

Ve nihayet bir gün gelir…

Dönüp arkana baktığında, yaşadığın onca şeye rağmen renginin hâlâ sende olduğunu görürsün. Solmamış, eksilmemiş, sadece olgunlaşmış. İşte o an anlarsın; yaşayışın rengi, senin hikâyendir. Özünü taşıyan, izini bırakan, seni hakiki bir insan yapan tüm tonların birleşmiş hâlidir…

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yapılmamış

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version