Zihnin içinde yaşarken, hayatın içine katılmak kolay olmuyor. Zihin susmuyorken, sürekli olması gerekeni fısıldayıp duruyorken, insan nasıl hayata karışıp küçük mutluluklarda kaybolabilir ki? Zihin, sanki bir engel koymak ister gibi şu cümleleri kurar: Şu an burada olmasan daha mutlu olurdun. Sahip olmak istediğin şu objeyi alabilsen, her şey mükemmel olurdu, der durur.
Peki, hakikat ne? Zihninin seni yönettiği bu hengâme içerisinde, hayatın içindeki küçük mutluluklardan keyif alma ihtimaline ne oluyor? Mutlu mu o hayal ettiğin yerdeki insanlar ya da o sahip olmak istediğin nesneye sahip olanlar?
Sen kırgınlıklar, kızgınlıklar depolarken zihnine ve de onların içinde yaşarken, hayat durmuyor, akıyor. Sen bu akışa eşlik etsen, belki göreceksin bir çocuk yüzündeki gülümseyişin sahiciliğini, bir ağacın yapraklarının hışırtısında duyacağın huzuru, fark bile etmediğin doğa içerisinde var olmaya çalışarak “biz de buradayız” diyen birbirine geçmiş canlı seslerini, esen rüzgârın teninde bıraktığı o hissi.
Zihinde olmak, yüzerken su ile savaşmaya benzer; oysa hayatın içinde olmak, kendini suya bırakmak, suyla bir olup suyla akmak, suya güvenerek onunla ahenk içinde dans etmek gibi.
Ne oluyor da bu hislerin yerine hep zihinde, başka insanların düşüncelerinde ya da öfke içerisinde kalmayı seçiyor insan? Susmayan zihin, olmayan şeyler üretip olmuş gibi hissettirip yoruyor mu? Olmayan şeyi var sayıp, bir de üstüne senaryolar mı üretiyor? Adına “şu an” dediğimiz zaman dilimini es geçip, geçmiş ya da gelecek ile boğuşmayı kimden öğreniyor da bu çukurda debeleniyorsun acaba?
Belki de teslim olmak gerek. Belki de her şeyin böyle olması gerekiyordur. Belki de seçmek istediğimiz bize sunuluyordur. Bunu kabul edince yine de susmayacak mı zihnin? Belki de kontrol etmemeyi öğrenmek gerekiyordur. Her şeyi kontrol edemeyeceğini anlaman içindir belki de tüm yaşananlar. Zihnini şu ana getiremediğin içindir öfkelerin, içten içe attığın çığlıkların. “Hayat böyle de yaşanır.” demek istiyordur belki seni yoktan var eden.
Adına “Ben” dediğin bu vücuttan ve zihinden ibaret olmayışını kanıtlamak isteyen bir düzenin içindesindir belki de. Nehirle akmayı öğrenmen gerekiyordur. Sen neredeysen, hayat orada akar. Olmadığın bir yerde, nasıl var edebilirsin “ben” dediğin benliğini? Ama varlığını ortaya koyduğun yerde, benliğini inşa edecek yaşantılar çıkacaktır karşına. Zihninin içinden çıkıp gelmek istemez misin bu anın içine? Denizde yüzen biri “Su çok güzel.” derken, sen güneşin seni yakıcı sıcağına maruz bırakmasına müsaade mi edeceksin? Zihnin içindeki o bitmeyen gezintide kalırsan, müsaade edecek gibisin. Oysa su çok güzel; bazen dalgalı, bazen durgun… Yüzebildiğinde çok güzel. “Yüzme bilmiyorum.” diyerek erteleme. Belki de yüzmeyi öğretmek için geliyordur başına gelen ve savaşmak zorunda kaldıkların. Yüz ve rahatla, yüz ve yaşa. Çünkü, su çok güzel.