Ay Işığı Prensesi

19 Görüntüleme
4 Dak. Okuma

Bir varmış, bir yokmuş… Uzak denizlerin kıyısında, altın kumların ve masmavi suların buluştuğu bir Moonstone adası varmış. Bu adada, deniz kadar derin duyguları olan, ay ışığı kadar zarif bir prenses yaşarmış. Dalgalı uzun saçları, ince uzun boyu ile olan Lina, gökyüzünü, denizi çok severmiş… Su gibi bir ömür düşleyerek çocukluğunu geçirmiş, güzel bir genç kız olmuş… Annesi, küçükken ay taşı gümüş bir yüzük takarak onu asla çıkarmaması gerektiğini, ruhunu onunla koruduğunu ve ölse bile kendisinin o yüzükte yaşayacağını söylermiş.

Lina, duyarlı, sevgi dolu ve sezgileri çok güçlü bir kızmış. Merhametiyle ve dost canlısı haliyle çok sevilir, hayvanlarla konuşur, herkesin derdine derman olmaya çalışırmış. Ama bir sorun varmış… Lina, yeni yerlere gitmekten ve büyük değişikliklerden korkarmış. Her şeyin hep aynı kalmasını istermiş. Çünkü kırılgan hali, değişimin getireceği bilinmezlik çatısında onu huzursuz edermiş.

Bir gün, adanın üzerini kara bulutlar kaplamış. Rüzgârın Efendisi adındaki gizemli bir varlık, adanın rüzgârlarını çalmış ve ne deniz meltemi ne de serin esintiler kalmış. Ağaçlar eğilmiş, nehirler kurumuş, insanlar sıcaktan bunalmış. Elinde büyük asası olan beyaz sakallı bir derviş, sadece uzaklardaki Ay Dağı’nda saklı olan Gümüş Tüy bulunursa rüzgârların geri dönebileceğini söylemiş.

Lina yüzüğüne bakmış; bu yüzük, kristal ve tılsımlı haliyle onu karanlık ruhlardan, ölümden koruyan bir yüzükmüş… Bu sonsuz ve sınırsız gücüyle cennetten onun payına düştüğüne inanırmış ve ona “Cennetin Leydisi” adını vermiş… Çok küçükken kaybettiği annesinin ruhunu o yüzüğü takarak hep yanında taşımış.

Kendini bulmak için rüzgârın peşine takılmak istiyorken, kalbinin ayrılığa ne kadar direneceğini bilmiyor olsa da sezgilerine güvenmek isteyerek oraya gitmenin hayalini kurmaya başlamış. Dünyada tek güvenli yerin Ay Dağı olduğunu düşünmüş… Çünkü Ay Dağı’na giden yolu sadece güçlü sezgileri olan biri bulabilirmiş. Ama Lina korkmuş. “Ya kaybolursam? Ya başaramazsam?” diye düşünmüş…

Huzuru rüzgârların salınmasıyla bulmuşken, şimdi kara bulutlardan kurtulmanın tek çaresini Ay Dağı olarak düşünüyor; ancak her gece düşüncesi kabuslar ile ona tuzak kuruyormuş…

Bir gece, rüyasında işittiği ses ile bir rota belirlemeye karar vermiş… Rüyasında ince, nahif bir ses: “Hayatında er geç yuva dışına çıkacaksın. Kendini olduğun gibi kabul ettiğinde, içindeki ilahi olan gücü bulacaksın.” demiş… İrkilerek rüyasından uyanmış… O sesi öylesine derinden duymaya devam ediyormuş ki gözlerini kapattığında ses, iki kulağı arasında bir rüzgâr uğultusuna dönüşüyormuş. Dinledikçe ses, daha tanıdık bir hal almaya başlamış.

Bu ses, annesinin sesine çok benziyormuş… İçinde dinmeyen güvensizliği, çok güçlü bir bağlanma boşluğu oluşmuşken, şimdi bu ses ile yaşam köklerine ait olup, içindeki ilahi ışığı en derinlerinde hissetmiş…

O gece, Ay Lina’nın odasına ışığını düşürmüş. “Senin kalbin pusulan olacak. Kendi yolunu bulacaksın,” demiş. Lina cesaretini toplamış ve yola çıkmaya karar vermiş.

Yolda, ona bilge bir beyaz güvercin eşlik etmiş. Güvercin, ona korkuların sadece birer gölge olduğunu; asıl gücün, cesaret ile yeniden doğuşun kalbinde saklı olduğunu söylemiş. Lina, içindeki sesi dinleyerek Ay Dağı’na ulaşmış ve Gümüş Tüy’ü bulmuş.

Tüyü rüzgârlara savurduğunda, güçlü bir meltem esmiş ve ada adeta tekrar nefes almış, yemyeşil çiçekler açmış… Lina, dönüş yolunda artık korkmadığını fark etmiş. Çünkü değişimin, büyümenin ve yeni yollar keşfetmenin de güzel olabileceğini anlamış.

O günden sonra, Ay Işığı Prensesi olarak anılmış ve ada halkına, tanıdıklarına sadece sevgiyi değil, cesareti de öğretmiş. Ve herkes sonsuza kadar mutlu yaşamış.

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yapılmamış

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version