Bakış Acısı

Bünyamin Çoban 46 Görüntüleme Yorum ekle
5 Dak. Okuma

(Başlığın klavye hatası olduğu sanılmasın lütfen.  Evet, bakış acısı.)

Ve sen hep yedi yaşınsın aslında…!

Kendimce bir tespitim vardı ve kendimce ilk ben buldum zannederken pek de öyle olmadığını başka yerlerde karşılaşmakla anlamış bulundum. Ama durumun böyle olması, tespitime olan inancımı da artırdı. (Tespitim derken sahiplenme duygusuna kapıldığım hiç zannedilmesin zira sahiplendiğim şeyler çok başka oldu şu hayatta!) Tabii öyle hemencecik de gerçekleşivermiyordu bu tespit işleri aslında. Analiz, doğru düşünme, gözlem, birikim, kabulleri sorgulama, zamana bağlı âmillerin dışına taşma, tarihsel-inançsal sosyoloji (sosyoloji demişken, Erol Güngör’e selam ve rahmet olsun. Külliyatıyla az haşır neşir etmedi bizi taa üniversite yıllarında, yurt odalarında) ille de psikoloji, tasavvuf, edebiyatsız mümkün değil olmaz, mitoloji, evrensel yasalar (kuyuya taş atan Nikola Tesla’nın öne sürdükleriyle beynimizi yaktığı zamanlar) Mevlânâ, Gazâlî, İbnü’l Arabiy’le tanışmalar ve bütün bunların ve diğer her şeylerin getirdiği yalnızlaşma denilen şey… Herkes gibileşemeyince, kendin gibileştiğince kalıyorsun ama herkes gibilerden biri gibi davranıyorsun kimi ve bazı yerlerde ama işte köyünün yollarında dolaşan hep yedi yaşınsın aslında. Sadece özlenecek dünler birikmiş oluyor hayatında. Seni sen eden özlenecek birileri belki de… Seni senden edenler de unutulmuş mudur, sevgiyle anılıyor mudur ki düşlerde, (o her zaman var olasıcalar var ya işte; onlar!) Her neyse yani, tespit denilen şey de ne işe yarayacaksa artık şu saçma sapan zamanda. Oysa ne güzel de saçmalıksız zamanlarımız vardı bizim. (Az kalsın gene olacaktı sanki ama!) Ne kadar büyüdüysek, ne kadar bu zamanın insanı olabildiysek artık! (Zaman bana uysun diyeceğim zamanlar da yakında gibi sanki. Sadece zamanlar ama bak! Bir ayak uydurma/uyumlanma gibi beklentilere rahmet okuduk çokça vakti zamanında) Tanju’nun Nöşatel Xamax’a attığı goller dün gibi aklımda. Monaco kalecisinin Ettori olduğunu da nedense hatırlıyorum ve Cevad Prekazi’yi hâlâ çocukça seviyorum. Simoviç, o şutları kurtardıkça kurtuluyor sanki ikiyüzlü insanlardan güzel yarınlarım. Ama o son golü yemeyecektin be adamım!

Şimdi bunca önemli şeyin üstüne tespit denilen şeyin ne olduğunu merak eden/ille de önemseyen varsa edelim madem konuyla ilgili birkaç laf. Zaman kavramının bize öğrettikleri şekliyle sıralı akmadığını, çok daha girift bir yapısı olduğunu Dr. Joe Dispenza’yı okuduğumda anladım. (Nasıl’ını belki başka bir yazıda dökeriz ekrana!) Çekim yasasındaki imgeleme, inanç, blokaj gibi konulara da en detayına kadar kafa falan yorduktan sonra gördüm ki sebep sonuç ilişkisi dediğimiz olayda da bildiklerimiz aslında pek doğru değilmiş. İç içe birbirine bağlı sarmal bir yapının içerisinde zaman olarak farklı yönlere akışlar söz konusuymuş ve basitçe bir ifadeyle sonuçlar sebepleri yaratabiliyormuş! Yani işte buna sonuç-sebep ilişkisi demek de yerinde olur.

Zihin denilen yapı, bir şeyin varlığına mutlak olarak ve şimdiki zamanda inandığında ve kişi, gerçekleşecek durumun insanı olduğunda (o vasıflara sahip olduğunda) o şeyin gerçekleşmesine yönelik olaylar bir şekilde hayat buluyor. Ama “nasıl” sorusuna hiç takılmadan, zihin anlamında tam bir teslimiyetle… Buna mukabil, kabul edilmiş sonuçların sebeplerinin yaratım süreci işlerlik kazanıyor. Zaten kuantum alan ya da Mevlânâca ifadesiye misaller âleminde gerçekleşebilecek bütün ihtimaller çoktan yaratılmış. (Not: Bu benim kaderim/Değişmez talihim şarkısındaki gibi değil demek istediğimiz. Her şeyin olabilirliği, mümkünlüğü üzerine ısrarımız.) Biz sadece orada olanlardan; inançlarla, korkuyla, cesaretle, kabullerle, ağzımızdan çıkan sözcüklerle, alışkanlıklarla, zihnin kullanabildiğimiz kadarıyla, zihinsizlikle, blokajlarla, bilinçaltı kodlarla, çevremizden aldığımız enerjilerle ve daha bir çok şeyle sürekli bir seçim yapma hâlindeyiz. Aslında yaratılmış her ihtimalden yaptığımız seçimlerle her an her şey yeniden başlıyor. Korkularımız korktuklarımızı, sözcüklerimiz söylediklerimizi, endişelerimiz endişelendiklerimizi, inançlarımız inandıklarımızı kesintisiz bir şekilde var ediyor. Ve işte bütün bu sonuçlar, sebepleri hayatımıza getiriyor.

Ve/ama orman kanunları başka tabii ve onu da her ne kadar hayat içerisinde uzun bir zamandır uygulamasak da konuyla ilgili ellerimizin kuru kalışı manzarayı göstermek bakımından yeterli olsa gerektir. Ve yine Frederick Forsayth’a, Mario Puzo’ya kafa tutacak kurgular kaleme alma gereği duymamışsak, yedi yaşımızda kalmayı seçtiğimiz, “seven ne yapmaz” dediğimiz, dediklerimizi hayata tatbik etmek niyetinde olduğumuz ve belki de bu konuda ağzımız açık dolaştığımız içindir!

“Ama ve sanki belki de…” demeyi uygun görsem, öyle söylemek istesem de “bundan sonra ne kıymeti var ki” dedi içimdeki şu kırgın ses.

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version