Mutsuz, yetersiz ya da eksik değilsin; öyle hissediyorsun çünkü zihnin berrak değil. Berrak bir zihne sahip olmayışın, farkındalığını azaltıyor ve sen kendini sahibi olmadığın olumsuz duyguların içinde buluyorsun. O duyguya girip öyleymiş gibi davranıp seçimler yapıyorsun. Haliyle yaptığın seçimler de seni memnun edecek tarzda olmuyor.
Bizler yaşamı berraklaştırmayı bilemediğimizden, bulanık sularda yüzeriz. Yüzerken de öfkelere kapılır, buluttan nem kapar, kırar dökeriz. Bazılarımız “Ben böyleyim, öfkeliyim, hırçınım.” der, bazılarımız da “Onların yüzünden, bende kabahat yok.” der. Kimin haklı olduğunun bir önemi olmadığı gibi, bulanıklık normalin oluverir. Ah! Berrak bir zihne kavuşmana müsaade etsen, müsaade etseler… Kendi sesini duymanı engelleyen kalabalıklardan bir sıyrılıversen… Kimlerden bahsettiğimi biliyorsun; hani şu her şeye bir bahane bulup beğenmeyip eleştirenlerden, senin her yaptığına burun kıvıranlardan ama kendisi o kadar bile olamayanlardan, yanına gelince elini ayağına dolaştıranlardan, kendini bir şey zannedenlerden ve bunu yaparken senin üzerinden prim yapanlardan, iyiliğini düşünürmüş gibi yapıp enerjini emenlerden, iki yanlış arasına bir doğru katıp kafanı karıştıranlardan, çıkarlarına ters düştüğünde ters düşenlerden…
O kalabalıklardan kopuverince başlangıçta eksikliklerini hissedeceksin. O boşluk dolmayacak gibi gelecek. O bulanık zihni normalin saydığından, berraklaşmaya başlayan halini tuhaf sayacaksın. Bir süre sonra kendinle tanışacaksın. “O ne der, bu ne der, beğenirler mi, beni nasıl karşılarlar?” durumları bitiverince bir sen çıkacak ortaya, ama yeni bir sen. “Benim bunlara ihtiyacım yokmuş!” ya da “Buna ne gerek var?” cümlelerini sıkça kuracaksın. En nihayetinde başkalarına sunmak için hâlihazırda beklettiğin tüm o kendi olmayışlarınla yüzleşmiş olacaksın.
…
Sonra bir sabah uyanacaksın; güneş pırıl pırıl, mevsim yaz ya da kış fark etmiyor, içinde kelebekler uçuşuyor, sebepsiz mutlusun. Kimsenin çöp cümleleri doldurmuyor zihnini. Ve sen kendi güzel sabahına uyanmışsın. Birileri tadını beğenecek mi kaygısı taşımadan yaptığın o kekin tadı dağılıyor ağzında ve kimse beğensin diye düşünüp giymediğin mavilerle en şık, en güzel halindesin. İçinde sanki bir müzik çalıyor ve sen hep tebessüm halindesin. Bir kitap açıyorsun; nasıl da en ilginç manaları keşfediyorsun. Bir film seyrediyorsun; sanki sadece film ve sen varsın. Berrak zihninin hayatı sana bambaşka sunuşunun tadına varıyorsun. Yine de “Bulanık zihni tercih edeceğim.” der misin? Berrak bir zihinde kendin olarak var olursun; başkalarının izi, etkisi olmaz. Sonraları daha sabırlı, daha sakin olduğunu hissediyorsun ve sevgi dolu. En önemlisi de karşına çıkan her bir kişiyi çok hızlı şekilde keşfettiğini ve çözümleyebildiğini fark ediyorsun. Berrak bir zihin, senin için bir nevi koruma oluyor. Seni üzenlerden, üzme ihtimali olanlardan bile berrak bir zihin ile korunabiliyorsun.
Yorgun, huysuz, neşesiz, kötü değildin; sadece zihnin bulanıktı. Yerleştirdin bir kütüphane gibi her şeyi ait olduğu yere; tabii bir de çöpleri uzaklaştırınca zihninden ne mutsuzluk kaldı ne de yorgunluk. Her şeyi çözen berrak bir zihin buldu seni; şu anda gerçek sen ile tanışınca.
Belki de bu yüzden bilge kişiler kendine ait köşelere çekildi belli zamanlarda. Onlar için belki yüce dağın bir köşesi ya da küçük bir dört duvar arası, berrak zihin arayışıydı.
Sana “Köşene çekil.” diyemem ama kafanın içinde konuşan başka sesleri susturduğunda bile berraklaşır zihnin. Eee, bu senin sesin değil ki ne işi var senin zihninde, hem de senin sesinden daha da gür çıkan haliyle? İzin veren sensin, verme! Onlar sussun artık; biraz da senin tınınla yaşa, senin sesinle, nefesinle ya da sessizliğinle.

