Bir Asil Cevher

17 Görüntüleme
4 Dak. Okuma

Hayatı bir nakkaş gibi usul usul işlerken, bizi hattat kılan, kader dairesinde yazılan, hayatın kâtibi sayan, içimizde merhametle filizlenen, yoksunluğunda varlığının daha çok anlaşıldığı, varlığı gözle görülmeyen kavramlar vardır. Tıpkı insana hayat veren, parmak uçlarından kollarına, beynine ve hatta gözlerine kadar yayılmış olan kan damarları gibi.

Bazı duygular da hayatın oksijeni gibidir. Yokluğu manayı vakum gibi çeker de, varlığı bir tevazu resmi gibi göze görünmez. Bu duygulardan biri de “vefa”dır. Harfler ki inci tanesi gibi dizilir bir anlam kıymetine bürünmek için; ve bu, vicdanın hayata, insanlara tıpkı bir yakamozun denizde bir resim oluşturunca hissedilmesi, güzelliğinin fark edilmesi misali yansımasıdır. Değerlerin bir nişânesi ve bir dostluk borcudur.

Bu nedenle, manasını bütün hayatlar ve tüm insanlar kadar farklı tanımlar kuşatır.

Samimiyet, mutluluk, huzur gibi, vefa da yaşama pırıltısını aksettiren duygulardandır. Kendimizi hatırlatır zamansız tebessümleri konuk ederken çehrelere; ahde vefayı sağladığımız, önce içimize sonra dilimize dökülen sözlerin gerçekliğinde. İnsanoğlu, Kâlû belâ’da verdiği “beli” cevabına duyduğu vefa ile yaşar bu dünyada. Belâ semtine bir “beli” sözüyle gelmiştir. Âdem ile Havva’nın hikâyesine bile vefalıdır insan.

Vefa nedir, bilir misiniz?

Merhametli insanlardır, insanlıktır, ahde sadık kalmaktır. Aziz Mahmud Hüdâî’nin Üftâde Hazretleri’nin yolundaki samimi bağlılığıdır. Kanûnî’nin, gözü gibi gönlü de tok, ruhu yıkanmış, “Halde haldeşi, yaşta yaştaşı, âhirette kardaşı, doğru yolda yoldaşı” ilim ve hukuk abidesi Molla Ebussuûd Efendi’ye gösterdiği, verdiği söze sadakatidir. Dostu Şems’i görebilmek adına, gördüğünü söyleyen dolandırıcılara kıyafetini veren; “Kıyafetinizi neden verdiniz?” diye sorulunca, “Yalanına çulumu verdim, gerçeğine canımı veririm.” diyen Mevlânâ’nın dostuna duyduğu sevgidir.

Ârifler ki, sözleri mânâyı zengin kılar. Bir cümleye tüm hayatı katar. Yine;

“Bu nasıl bir dünya, hikâyesi zor.” diyen Necip Fazıl’ın da belirttiği gibi, hikâyenin yazıcısı olmak, vicdanlı olabilmek, her koşulda sadakatli ve sözünde duran biri olmak zordur.

Bu dünya hikâyesini, sözlerdeki sebat ile yazarız, dikte ederek hayatımıza. Geçmişimizi unutmadan, iyilikleri atlamadan, duygumuza, şükrümüze ve hayatımıza dokunan dostlara, mutluluğumuzun yapı taşlarına ince bir nezaketin saygısını hissettirir, samimiyeti vefa olgunluğunda hayatımıza serpiştiririz.

Binlerce his ve düşünce arasında, bu samimi bağlılık içinde hayatın hazinesini saklar.

Bir veda anına saplanmış düşünceler de vardır; bitmek, gitmek ve yitmek, yitirmek adına. Oysa insan, yekpare yaşadığı şu hayatta bir vefa duygusunda bulur hayatını, yaşamın anlamını, mutluluğun anahtarını.

Her şeyin özünü barındıran insanoğlunu Öz’e bağlı kılan, iliklerimize kadar hissedebileceğimiz bir duygudur.

Samimi mutluluklar yeşertilir vefa bahçelerinde. Hazanı bahar kılar tomurcuklanan çiçekler.

Fakat her dem insanoğlu vefasızdır, bir unutuştadır. Vefayı insandan bekleyen, bir nevi hüsrandadır. Değil mi ki, vefayı nasip eden bile yalnız Hakk’tır? Öyleyse, akletmeli insan: Asıl vefa bahçesinin tomurcukları hangi kapıdadır?

Yadsınabilir bir gerçek midir ki, bir suçun tövbe yeridir dünya? Sözünden nasıl da dönmüştü o elmayı ağaçtan yerken Havvâ.

Ondan mıdır ki, hissiyâtlara serpiştirilen onca eza, bir güzellik muştusundaki vefasız nefsin elindedir hâlâ?

Ey kâri! Hatırla hatırayı, muhabbetin gücündeki mânâyı, samimiyetin verdiği huzurlu anları. Anla bu yekpare hayatı. Vefa bahçesinin çiçekleri açsın gönlünde. Bir olgun mutluluk yayılsın ömrüne.

Vefa ile…

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yapılmamış

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version