Bir Varmış, Bir Yokmuş: On Günlük Sınırda Yaşam

33 Görüntüleme
3 Dak. Okuma

On gün. Ne az, ne çok. Bir ömrün kıyısında beklemek için yeterli. Hastane odasında geçen o on gün, bedenimin değil sadece, varlığımın da sınır kapısıydı. Mide kanaması dediler. Tıbbi bir terim. Ama ben ona başka bir ad verdim: zamanın sona varması. Her sabah, gözlerimi açtığımda bir yoklukla değil varlıkla, varlığı yaratan Rabbimin güç ve kudretiyle karşılaştım. Odanın sessizliği, damarlarımda dolaşan serumun ritmi, hemşirenin ayak sesleri… Hepsi bana bir şeyi fısıldıyordu: “Sen varsın, ama ne kadar süreyle?”

İnsanoğlu, kendini hep var sanır. Oysa varlık, bir varsayım. Yokluk ise kesinlik. Bir varmış bir yokmuş derken, masal anlatmıyoruz. Gerçeğin ta kendisini söylüyoruz. Çünkü o on gün boyunca, ben bir masal kahramanıydım. Ne tam hayattaydım, ne de ölümün kollarında. Arada bir yerdeydim. Gümrükte bekleyen bir yolcu gibi. Pasaportumda “yaşamak” yazıyor ama mühür eksik. Bedenimle konuşmayı öğrendim. Her ağrıda bir cümle, her sızıda bir kelime. “Buradayım,” diyordu bedenim, “ama kırılganım.” Ve ben, o kırılganlığın içinde kendimi yeniden tanıdım. Güçlü olmak, direnmek değilmiş. Bazen sadece var olmak yeterliymiş. Bir nefes, bir bakış, bir an.

Şimdi o on günü geride bıraktım. Ama içimde bir iz kaldı. Bir varmış bir yokmuş’un ne demek olduğunu artık biliyorum. Ve belki de en büyük armağan, bu farkındalık. Çünkü insan, yokluğu tattığında varlığın kıymetini anlar. O on gün, sadece bedenimin değil, ruhumun da sustuğu bir dönemdi. Konuşmak anlamsızdı. Çünkü kelimeler, varlığın ağırlığını taşıyamıyordu. Her şey hafifti. Zaman, düşünce, hatta ben. Sanki bir rüyadaydım. Ama bu rüya, uyanmakla bitmiyordu. İçimde yankılanan tek cümle vardı:

“İnna lillahi ve inna ileyhi raciun.”

Ben bir emanetim. Bu beden, bu nefes, bu acı… Hepsi bana verilmiş, ama bana ait değil. Ve bir gün, hepsi sahibine dönecek. İnsan hastalanınca, sadece bedenini değil, benliğini de sorgular. “Ben kimim?” diye değil; “Ben neyim?” diye sorar. O on gün boyunca, ben bir varlık değil, bir geçiştim. Bir an, bir iz, bir yankı. Ve bu geçicilikte, en kalıcı olan şey teslimiyetti. Teslim olmak, vazgeçmek değilmiş. Aksine, en derin sahiplenişmiş. Çünkü ancak teslim olan, varlığın anlamını kavrayabilir. Ben o günlerde, acının içinde huzuru buldum. Her sancı, bana bir hakikati fısıldadı:

“Sen döneceksin. Ama nasıl döneceğin, şimdi yaşadıklarında gizli.”

Artık biliyorum. Hayat, bir yolculuk değil sadece; bir dönüş. Ve bu dönüş, sessizce başlıyor. Bir hastane odasında, bir serumun damlasında, bir dua fısıltısında.

Ben dönerken, kendime geldim.
Ben yok olurken, varlığı anladım.
Ben sustuğumda, içimdeki hakikat konuştu.

Bir varmış bir yokmuş değil artık benim için.

Bir varmış ve hayatı yaratan ve sonlandıran Rabbime dönüşmüş her şey, vesselam.

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yapılmamış

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version