21.yüzyılın en büyük küresel sorunlarından biri olan iklim krizi, yalnızca çevresel değil; ekonomik, sosyal ve hukuki bir meydan okumadır. Artan sera gazı emisyonları, buzulların erimesi, kuraklık, sel ve orman yangınları gibi felaketler tüm insanlığı tehdit ederken, devletlerin ve bireylerin sorumlulukları da hukuki çerçevede yeniden tanımlanıyor.
Çevre hukuku, doğanın korunmasını, doğal kaynakların sürdürülebilir kullanımını ve çevresel zararların önlenmesini amaçlayan kurallar bütünüdür. Ancak klasik çevre hukuku, iklim değişikliği gibi uzun vadeli ve küresel sorunlarla mücadele için yetersiz kalabilmektedir.
Son yıllarda birçok ülkede vatandaşlar, devletleri yeterli önlem almadıkları gerekçesiyle mahkemeye vermektedir. Örneğin, 2021 yılında Almanya Anayasa Mahkemesi, iklim yasalarının gelecek nesillerin haklarını yeterince korumadığına hükmetmiştir. 2024 yılında ise Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), bazı ülkelerin iklim eylemsizliklerini “yaşama hakkının ihlali” olarak değerlendiren önemli kararlar almıştır.
Bu kararlar, iklim krizini sadece bir çevre sorunu değil, aynı zamanda bir insan hakları meselesi haline getirmektedir. Devletlerin artık yalnızca çevreyi koruma yükümlülükleri değil, bireylerin temel haklarını güvence altına alma sorumlulukları da ön plandadır.
İklim kriziyle etkin mücadele, sadece çevre bilinciyle değil, güçlü bir hukuki zeminde mümkündür. Ulusal çevre mevzuatlarının güçlendirilmesi, iklim davalarının desteklenmesi ve çevreyi koruyan anayasaların oluşturulması bu sürecin temel taşlarını oluşturmaktadır. Geleceği korumak için hukuk, artık sadece insanlar için değil, doğa için de ön plana çıkmak zorundadır.