Kahveli Geçmiş – 1

Aysel Gedik 47 Görüntüleme Yorum ekle
8 Dak. Okuma

Alarmın en başta kısık daha sonra kuvvetli çıkan sesi ile derin uykusundan gözlerini aralamıştı Aysun. Uykusu hafif de değildi ama bu gün geceden bu yana uykudan pek tat alamamıştı. Sabaha karşı uyuyabilmişti. O nedenle alarmdan önce gözlerini çoktan açan Aysun bu gün alarm sesinden uzun zaman sonra rahatsız olmuştu. Hemen kapattı alarmı. Uzun zamandır görünmeyen güneş bu gün nihayet yüzünü göstermişti. Odası ful güneşle kaplanmış artık uyanması için ona kalk çağrısı yapıyordu. Kahverengi- siyah renkli pike yorganını üzerinden hızlıca atıp ayağa kalktı. Bu gün onun için çok çok önemli. Yerdeki katlanıp yerleştirilmeyi bekleyen kıyafetlerini görmezden gelip mutfağa doğru yöneldi. Her gün sağlam kahvaltı yapmaya alışkındı ama bu gün sadece filtre kahve içmek onu daha zinde tutacak gibiydi. Uzun zamandır beklediği dergiden haber gelmişti. Haberi alır almaz ne yapacağı, yazısının nasıl karşılanacağı, neler söyleneceğini düşünmekten uyuyamamıştı. Geceden karar vermişti sabah olunca kahve içecekti. Çünkü kahve onun için sevinç ve başarını demekti. Yazarken de mutlaka yanına bir kupa bardak kahve koyar onu içtikçe kalemi gürleşir yazdıkça daha mutlu olurdu. Şimdi de başarısını kutlamak için içecekti. Kahve makinasından ılık ve keskin kahve kokusu yayılmaya başlamıştı. Daima kahvesini hazırlarken en sevdiği kupa bardağını hazırlar yanına da damla çikolatalı bitter kurabiye koyardı. Bu gün neler yapacağı belliydi. Kabul edilen öyküsünün ardından aynı dergiye diğer ay için öyküsünü bitirecekti. Kahve makinasından kokular daha yoğun şekilde yayılmaya başlamış, mutfak mis gibi kokmuştu. Yoğun kokuyu ciğerlerine çekerken kahve makinasının acı acı sesi onu bu rüyasından uyandırmıştı. Kahvesini bardağa doldurup buharlı kahve kokusunu mideye indirmek için çalışma masasına ilerledi.

Masası artık dosyalar ile dolmuş hatta yazacak yer neredeyse hiç kalmamıştı. Birkaç kâğıdı kaldırıp diğer yazıların üzerine fırlattı. Kaç tane yazmıştı. Hiç birisi istediği gibi sonuçlanmamış hayallerinin hepsi bir bir suya düşmüştü. Son bir dergiye göndermiş hatta asla ümidi kalmamıştı. Öyküsünün kabul edildiğini dün gece öğrenmişti. Bunu düşününce içi yeniden kıpır kıpır oldu. Kahvesinden bir yudum aldı. Kahve onun zihnini açtığını düşünüyordu. Aslında ne yazacağını bilmiyordu. Zaten yazarlık böyle birşeydi. İlk kelimeler zor çıkar daha sonra yazmaya başlayınca kelimeler yağmur gibi kâğıtlara dökülürdü. Zihni çok dolu. Günlerdir düşündüğü bazı konular vardı. Zihnini biraz daha zorlamaya karar verdi. Düşündükçe birşeyler daha da oluşmakta parçalar yerlerine oturmaktaydı. Kalemine tutundu yazmaya başladı. Yazdıkça kelimeler kâğıda akmakta, onu mutlu etmekteydi.

Aradan geçen 1 saatin ardından süreç istediği gibi ilerliyordu. Kahvesi de epey azalmıştı. Hatta biraz soğumuştu. Olsun, o soğuk da içerdi. Kahvesi iki üç yudumluk kalmıştı. Hepsini içti bitirdi.

Öyküsünde olaylar çok hızlı ilerliyor artık en heyecanlı kısmına gelmişti. Bunu kesinlikle devam ettirirken kahvesiz kalmamalı öyküsü ile beraber kahvesini de içmeliydi. Hemen masadan kalktı hızla mutfağa ilerledi. Kahvesini doldururken balkonun ne kadar havadar ve havanın ne kadar pürüzsüz olduğunu fark etti. Öyküsünün en heyecanlı kısmını yazarken orada da devam etmek hatta eğer kuşlar ona eşlik etmek isterse onlara da okumak isterdi. Bunu düşünürken yüzü tebessümle dolmuştu. Bu tebessüm sıcak kahveyi bardaktan taşırıp eline dökülmesi ile son buldu. Şimdi acı içinde eline bakıyordu. Hemen su tuttu. Su iyi gelmiş, elinin acısını dindirmişti. Kahvesini doldurup balkona masasına bardağını bıraktı. Odadaki çalışma masasından da kâğıt, defter ve kalemini aldı direkt balkona çıktı. Masası tam güneşe dönük olarak konumlanmıştı. Masa çevresine koyduğu çiçekler güneşe ve kendisine gülümsüyor her rüzgâr esişinde çiçekler daha da güzel görünüyordu.

Havalar artık iyiden iyiye ısınmış, kuşlar uçuşmaya; cıvıldamaya başlamıştı. Mutfaktan balkona baktığında kuş cıvıltısını bilmiyordu; haliyle de balkona çıktığında kuş cıvıltıları ona sürpriz olmuştu. Aynur bu kuş cıvıltıları eşliğinde yeniden tazelediği kahvesinden bir yudum alıp öyküsüne devam etti.

Yeni yazısında macera konusunu işlemiş; karmakarışık olaylar içerisinde bulunduğu konumu anlamaya çalışan bir kişiyi anlatmaktaydı. Sevdiği bir kişiye yardım etmek isterken onu en üzücü şekilde görmüş; daha sonrasında ise hiç anlamadığı işlere karışmıştı. Tabi ki onun rızası olmadan. Yarattığı karakter çok iyi kalpli, herkesi kendisi gibi zannedip onlara yardım eden, en kötü günlerinde yanında olurken onun en zor durumda kaldığı anda onu yüz üstünde bırakan arkadaş çevresine sahipti. Liseyi başarılı şekilde okuyordu. Ve bu nedenle arkadaş çevresi tarafından genelde dışlanan, arkadaşları arasına katılsa da hemen ‘inek’ lakabı takılan bir öğrenciydi. Arkadaşları arasında bu durumu yaşamak onu kalabalık içinde yalnızlaştırmış gittikçe içine kapanık bir öğrenciye dönüştürmüştü. Derste aktif şekilde konuşur, dersten sonra tüm enerjisi yok olup yerine sessizliğe bırakır olmuştu. Tabiki en başta böyle değildi. Arkadaş çevresindeki üç kız grubu onunla takılmak istemişti. O da kendisi gibi olmadığını düşündüğü için onlardan uzak durmaya çalışmıştı. Uzak durmaya çalıştıkça onlar üzerine gelmiş her zaman daha da zorbalığa maruz bırakmışlardı. En başlarda bu durumun kendisine zarar verdiğini onlara anlatmış ama dinlememişlerdi. En sonunda canına tak etmiş onlara büyük bir ders vermek istemişti. Ama bu zorbalık karşısında onlara bir ceza vermek sonunda kendisini zararlı çıkaracaktı. Bu karakter kendisini biraz yormuştu. Çünkü günümüz arkadaş ilişkilerinde her zaman olan birşeydi. Gerek lisede gerekse üniversitelerde her zaman zorbalık yaşanıyordu. Bunu yazarken bile nefesi daralmış birebir kendisi yaşıyormuş gibi hissetti.

Gökyüzünde hafif esen rüzgâr kahvesinin kokusunu burnuna kadar taşıdı. Ne güzel şeydi bu kahve. Hafif esen rüzgârla beraber yazdığı kağıtlar hafif uçuştu. Hemen tuttu. O esnada uzun zaman önce yazdığı ama çok depresif olduğu için yazmayıp öylece bıraktığı yazısı ile karşılaştı. Gözleri hemen ilk satırlarda gezinmeye başlamıştı bile. En başta her şeyin güzel başlayıp ilerleyen süreçlerde çevresinin ona düşman kesildiği bir öykü olmuştu. İyi ama çevresine ne yapmıştı bu kadın? Satırları ardı sıra okudukça herşey daha da üzücü kırıcı hale dönüşüyordu. Aynur, anladı ki çevresi tarafından pek çok kez zorbalığa uğramış, dışlanmış bir kadının hayat hikayesini konu almıştı. Peki ya şu an devam eden öyküsü, elinde tuttuğu yarım kalan yazısı bunlarda neden hep ortak konular vardı? Aslında Aynur bunun farkındaydı. Hayat mücadelesi arasına sıkıştırdığı hatta zihninin en ücra köşelerinde rafa kaldırdığı okul hayatından başka bir şey değildi. Okuldayken o da zorbalığa uğramış, arkadaşlarının arasında sadece ders için muhatap olunan kişi olmuş, onların gözünde sanki sadece ders çalışan birisine dönüşmüştü. Hâlbuki o da onlar gibi gülen, eğlenen biriydi. Sadece onlar işin dozunu kaçırır kendilerini aşağılayan boyuta geçerse onlardan ayrılırdı. Eski günlere gitti birden. Eğitim hayatını pek çok kez zihninden silmek istemiş maalesef ki silememişti. O günlerin asla biteceğini düşünmüyor hep bir kısır döngü içinde olduğunu düşünürdü. Her gün ayrı bir ıstırap ile okula gider okulda yedi-sekiz saatlik ders sanki bir asır derse dönüşürdü. O günlere arkasını dönüp baktığında aslında ne kadar basitti. Bir iki yıl sonra buna mı takılmışım? Diye soracağı zamanlar o an cehennem gibi geçmişti. Ama o yıllarda arkadaşlarına çektiri resti her zaman iyi ki yaptım deyip kendini mutlu etmekten geri kalmazdı. Çünkü insan kendine olan saygısını asla kaybetmemeli!

(gelecek ay devam…)

Bu İçeriği Paylaş
Yazan Aysel Gedik
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version