Çok mu şey istedim; yine çekip gittin Eylül! Aslında en güzelini sen yapıyorsun. Boşuna bekleme, “adam olmaz bu insanoğlu” düşüncesindeyken, kemiklerimi inceden sızlatan kırk ikinci Ekim sabahındayım. Çiğ taneleri toprağa buse kondurmadı daha. Bu acele de neydi? Yapraklar bile yazdan kalma, sonbaharı hatırlatacak kadar fotoğraflık olmadı daha. Uzun zaman oldu, değil mi? Mevsim ikiye düştü. Hem hanem de hem de gönlümde.
En çok kullandığımız sözdür aslında: “Anı anında yaşa.” Hiçbir şeyi zamanında yaşayacak ortam kalmadı desem yeridir. Gökyüzünde, dalga geçercesine bir oyana bir bu yana cirit atan bulutlara ip bağlamak istiyorum. Eller havaya deyip olduğunuz yerde kalın ve sağanak sağanak inin üzerime. Tepeden tırnağa ıslatın beni. Şu asık suratınızdan da vazgeçin. Zemheriye çok var daha. Sonbahar tebessüm olmalı. Kış biraz çatmalı kaşlarını. Yaza sevinç çığlığı yakışır. İlkbaharını da unutmadık. Onun aklı uzun zamandır birkaç karış havada.
Doğum sancısı çekmedi mevsim; o da sezaryen tercih edenlerden oldu zannımca. Ebeden şaplağı yemeyen adam olmaz kanaati hasıl oldu şu an. İlkbahar öylesine sessiz, öylesine sakin geldi ki kimse anlamadı aslında. Bir sabah uyandık, çiçekler açmış, yapraklar dansa kalkmış, güneş olağandan fazla samimi, gökyüzünde tek bir bulut yok. Nisan yağmurları adını değiştirmiş sanırım. Her şey birine karıştı. Kokteyl olduk. Kendini bilmezler envai çeşit meze ile çarçur etti bizi.
İnsan özünden çıktıkça doğa ana aldı eline değneği, gözümüze sokarcasına indirdi kafamıza. Kimse görmedi elimizden kayıp giden güzellikleri. Her mevsim küs gitti sondan bir önceki yolculuğa. Sokaklar küs, karardı. Kurulu düzen gayet iyi işlerken kendini bilmez bir varlık, harami rolüne bürünerek yağmaladı dünyayı. Kudurdukça kuduran insan tüm haltları yedi ama olan biteni küresel ısınmaya bağlayıp koltuğunda öylece oturmayı yeğledi.
Mevsimler, ağaçlar, kuşlar, dereler, göller sadece meta kaynağı olarak görüldüğü gün koptu dünyanın V kayışı. Aslında kural çok basitti: Milyonlarca yıldır süregelen düzene uy ve yaşa. Biz ne yaptık? Her gördüğümüz arı yuvasına çomak sokmayı meziyet zannettik ve dünyayı izbe bir hurdalığa dönüştürdük. Neden? Doyumsuzluk gözümüzü de özümüzü de kör etti. Her ayın, her anın kendine has güzelliğini kendi ellerimizle boğazladık. Hem de canı çıkana kadar.
Ağaçlara kuşlar konmamaya devam etse kafiydi aslında. Kuşlar özgürce kanat çırpsa, dereler şırıl şırıl aksa… Kulağa hoş geliyor, değil mi? Yediğimiz yiyeceğin kabuğunu sokağa atmayı meziyet zannettiğimiz gün, bitkisel hayata girdi ruhumuz. Çocukların hunharca katledildiği bir dünyada başımıza taş yağmadığı için ne kadar şükretsek azdır düşüncesiyle avunduk durduk. Ebabil ordusunu, zalimlerin tekrar bozguna uğratılması için bekledik durduk ama nafile. Her nimet hak edene cennette verilecekti.
Delikli demirin icadından sonra ne mevsimlerin ne de zamanın tadı tuzu kaldı. Barut kokusunu sezen burun müptezel oldu hem de kan kokusuyla. Yavan bir hayatın reçetesinde oldukça fazla hata vardı ve okunması zor, tedavi edilmesi imkânsızdı. Medenileştiğini iddia eden insan öyle vahşileşti ki vahşi diye adlandırılan tüm hayvanlar, yüksek bir tepeye çıkıp seyre daldı yeryüzünü. Bizi ancak ölüm temizlerdi.
Şeytanın bile hayrete düştüğü durumları sıralasam yaz yaz bitmez sanırım. Anı yaşamak bu işte dostum! Yazının başındaki ilk cümleden sonrakiler, hayatın tam da kendisi. Eylül’ün gidişine bile şöyle içten bir duygu vermeye çalışmak imkânsız bir hâl aldı dünya denen zindanda. Romanlar daha bir dramatik yazılır oldu. Şiirlere mavi gözler yerine aç çocukların gözyaşları damladı. Şarkılar en acısından dinlenmeye başladı. Gazete sayfalarının hepsi ikinci sayfa ibaret gibi.
Dünya, hırs, para ve kandan beslenir oldu. Anneler kimin umurunda! Dünyanın düzeni altüst olmuş, kime ne! Dostluklar bedavadan daha ucuza satılmış, bana ne! Çocuklar ölmüş, millet saçını tarıyor! Zürriyeti ve zihniyeti bozukların idare ettiği düzen, cehennemin provasından başka ne olabilir ki?
Yine çekip gittin Eylül. Kemiklerimde inceden bir sızı başladı. Bu sancı esintiden değil, vicdan soğukluğundan azizim. Tam da şu an, tufana benzer bir yağmur yağsın istiyorum. Kitabımı alıp göz ucuyla okumak, pencereden yeryüzündeki pis-lik-lerin sele karışıp kaybolmasını izlemek tek hayalim. Çok mu şey istiyorum?