Demir Eldiven

397 Görüntüleme
8 Dak. Okuma

Yakıp kavuran bir yaz gecesi, gördüğüm kâbusun etkisiyle kan ter içinde uyandığımda, beni asıl bunaltanın yaz sıcağı olmadığını anlamıştım. Yüzümdeki teri silmek için elimi kaldırdığımda şaşırdım. Ellerimde bir çift demir eldiveni sıkıca tutuyordum. Eski tip, şu Orta Çağ savaşçılarının giydikleri ağır eldivenlerden. Korkuyla şaşkınlık hâli arasında eldivenleri birden yere attım. Birisinin bana şaka yaptığını düşünüp evimi hızlıca kolaçan ettim. Kimseyi bulamadım ama bunu yapan bir arkadaşımsa şaka sınırını çoktan geçmiş ve ciddi bir tavrı hak etmişti.

Bir yandan olanlara anlam vermeye çalışsam da diğer yandan hayatın rutin akışına karşı koyamayarak uykuma devam ettim. Deliksiz bir uykunun ardından, sabahın köründe işe gitmem gerekti. Birkaç çalışma arkadaşımı bu eldiven şakası hakkında yokladım ama renk veren çıkmadı. Hem abartılmayacak bir durumdu hem de abartmam gerekiyordu. Evime ben uyurken bu kadar kolay girilebiliyorsa bir hırsız neden giremesin? Bu yüzden ufak tefek tedbirler almam gerekirdi.

Gece olup yatağıma girerken ufak bir ürkekliğim yok değildi. Sessizce, hayaller kurarak uykuya daldım. Rüyamda yavru bir köpeğin peşinde geziyordum. Onu kucağıma alıp severken birden yüzümde bir ıslaklık hissi ve kulağımda acı acı çalan alarm sesiyle uyandım. O da ne? Rüyamda gördüğüm küçük köpek yanımda bitivermiş ve yüzümü yalıyordu. Bir anlık korkuyla köpeği üzerimden attım. Hayvancağız yatak odasından fırlayıp mutfağa doğru kaçtı. Şoku atlatmaya çalışırken hem köpeği hem de evi göz ucuyla kontrol ettim. Bir pencereyi açık mı unutmuştum? Nereden girdi bu hayvan eve? Paniği atlatınca dış kapıyı açıp köpeği dışarı çıkarttım. Sanırım son günlerde yaz sıcağı beni iyice dalgın yapmıştı ve birileri bununla fena halde eğleniyordu. Bu şakayı yapanı bulursam intikamım acı olacaktı.

Bir iş günü daha bitti ve nihayet hafta sonu geldi. Ertesi gün erken uyanmam gerekmiyordu. Huzurlu bir gece geçirdim. Salonda uzanıp film izlerken fazla abur cubur yemekten şekerim yükselmiş herhalde ve uyuyakalmışım. Rüyamda kendimi, izlediğim filmdeki beyaz gül bahçesinde buldum. Tatlı bir yaz rüzgârı eşliğinde güllerin arasında dolaştım. Bir gül, diğerlerinden daha fazla cilve yaptı bana; dayanamayıp koparıverdim dalından. Dikenleri elime battı, acıdan sıçrayarak uyandım. Uyanmama rağmen elim hâlâ acıyordu. Bir baktım ki kanlı elimde beyaz bir gül var. Deliriyor muyum acaba? Bu işte bir iş var ama ne?

Düşüncelerim, telaşlı bir güneşten sakin bir gölgeye sığındığında teoriler üretmeye başladım. Rüyamda neye dokunsam gerçekte onunla uyanıyordum. Eğer aklımı kaybetmiyorsam ve bu gerçekse bütün hayatım değişebilir. Tek yapmam gereken rüyamda altınlar görmek. Sonrası zaten cepte. Peki, rüyamda istediğim şeyleri nasıl görecektim? Rüya kontrolü üzerine derin araştırmalar yaptım kendi çapımda. Rahat uyuyabilmek için uyku ilacı temin ettim ve görmek istediğim bir rüya tasarladım. İlacı alıp zengin olma hayaliyle uyudum birkaç gece, belki de daha fazla. İnsan bir hayalin peşinden koşarken ne kadar uyuduğunun farkına varmıyor. Hele ki istediğini almaya yakın hissediyorsa bir ömrü uykuda geçirebiliyor.

Sonunda başardım; o çok istediğim altın külçelerini rüyamda görüp onlara dokundum. Uyandığımda elimde külçem vardı ve yaşadığım şeyin garipliğini düşünmek yerine, bu durumun bitmemesi için dualar ediyordum. Bir külçe altın, sonsuz isteklerimi karşılamak için yeterli gelmeyecekti ve bozdurabilmek için de hayli çaba sarf etmeliydim. O yüzden altından daha akıllıca nesneleri rüyamda görmeliydim. Bir liste oluşturup, hayal bile kurmaya vakit ayırmadan uykuya zorladım zihnimi. Artık gece uykusu, tek başına istediklerimi almak için yetmiyordu. O yüzden gündüzleri de uykuda isteklerimi avlamaya başladım ve bunun için de uyku ilaçlarının dozunu iyice arttırdım. Teknolojik eşyalar, kıyafet dolu dolaplar, değerli aksesuarlar ve daha etkili uyku hapları rüyalarımı kontrol edebildiğim zamanlardan yanıma kalanlardı. Bir de kontrolümün dışında topladığım çer çöpler vardı. Böyle böyle bir süre daha yalnızca temel ihtiyaçlarım için uyanıp, rüya madenciliğine devam ettim.

Zihnim o kadar çok bulanıklaşmaya başlamıştı ki artık çoğu zaman rüyalarımı kontrol etmeyi başaramaz oldum. Bir gece, kocaman bir ahtapotun saldırısıyla uyandım. Neredeyse nefes alamıyordum. Yüzümde ve tenimde mukusumsu bir sıvı vardı. Rüyamdaki ahtapot, üzerimde bir yorgan gibi yatıyordu. Ondan kurtulmak kolaydı ama ya rüyamda daha tehlikeli bir şey görüp dokunursam ve ölüm riski yaşarsam ne olacaktı? Bu endişe artık beni uykularımdan etmişti. Bayılıp sızacak seviyeye gelmedikçe uyuyamıyordum. Uyanık olmakla uyuyamamak arasında ciddi bir bilinç farkı varmış. Ben bu farkın bedelini hayatın kıyısında bekleyerek anlamıştım. Aklımı yitirmeden önce bir çare bulmalıydım. Sıradan hayatım, en büyük düşüm hâline dönüştü. Zaten bağrında biten çiçeğin balından hangi bahçenin haberi vardır ki?

Uykusuzluk ve bekleyiş sancıları zihnimi kirletmeye başlamıştı. En son evden ne zaman çıktığıma dair bir fikrim yoktu. Çıkıp biraz hava alsam iyi olacaktı. Gerçekten de açık hava iyi gelmişti ve yorgun bedenimin aksine dinlenmiş bir zihinle evime döndüm. Kalbimde, uçmayı öğrenmişliğin verdiği gurur ve heyecan tekrar belirdi. Artık rüyalardan kaçmak anlamsızdı; çünkü kaçmak, yeri geldiğinde zamanı bile son bir kez veda için kucaklamaktır. Önünde sonunda her kaçak bir gün yakalanacaktır. En ileri giden bile kaçışın tutsağıdır.

Elime gelen bu mistik gücü, lanet olmaktan çıkarıp hediyeye dönüştürmeliydim. Madem rüyamda dokunduğum her şey gerçekte karşıma çıkıyordu, o zaman rüyalarımda hiçbir şeye dokunmadan yaşamalıydım. Bir ömür yetecek kadar birikim yapmıştım zaten rüyalar sayesinde. Fazlasını istemek nankörlük olurdu. Ayrıca bedava peynir sadece fare kapanında olur. Çoktan kapana düştüğümü biliyorum. Neyse ki yalnızca kuyruğum sıkışmıştı. Aldığım peynirler için kuyruğumu feda etmek zorundaydım. Korkusuz ve huzurlu bir uyku için ellerimi kesmem gerekiyor. Böylece rüyalarımda hiçbir şeye dokunamam.

Fakat onca acıya rağmen bu fikir işe yaramadı. Rüya bu, insanın eksiği gediği tamamlanıyordu ve bir şeye dokunup uyandığımda sağlam ellerim, bana dokunduğum nesneyle beraber geri dönüyordu. Ellerimin dönüşü mutluluk verse de ölüm korkusu beni mahvediyordu. Yaşamak vazgeçilebilir bir olgu değil ve kaçak dövüşmeyi kaldırmaz. Kaybedilecekse bile hayat, onurlu bir savaşı hak eder. Bu motivasyonla yeni bir yol aramaya başladım. Aklıma bu belanın başladığı ilk rüya ve demir eldivenler geldi. Belki de o eldivenlerde bir sır vardı. Onları kaldırdığım yerden bulup çıkardım. Sanki onlarla uyursam başıma bir şey gelmeyecek gibi hissettim. Uyudum ve eldivenler rüyamda elimdeydi. Neye dokunursam dokunayım eldivenler beni korumaya başlamıştı. Eldivenlerle uyuyup, eldivenlerle uyanıyordum. Rüyamda da elimde eldiven olduğu için dokunduğum tek şey eldivenlerdi ve bu şekilde uzunca bir süre huzurlu bir yaşam sürdüm.

Yorgun olduğum bir günün gecesinde, rüyamda kendimi karşımda gördüm. Birden kaçmaya başladı benden. Ben de kendimi kovalamaktan geri duramadım. Kaçarken bir kuyuya düşüverdi ama düşerken son anda kenara tutundu. Kendimi o kuyuda bırakamazdım ve elimi uzatıp çıkarmak istedim aksimi. Fakat olanlar oldu. Kuyudan çıkarmaya çalışırken eldivenler aksimin ağırlığına dayanamayıp elimden çıktı ve aksimle birlikte kuyunun derinliklerine düştü. Yakıp kavuran bir yaz gecesi, gördüğüm kâbusun etkisiyle kan ter içinde uyandığımda, beni asıl bunaltanın yaz sıcağı olmadığını anlamıştım. Yüzümdeki teri silmek için elimi kaldırdığımda şaşırdım. Ellerimde bir çift demir eldiveni sıkıca tutuyordum.

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yapılmamış

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version