Dindar, Hüzünlü ve Modern

34 Görüntüleme
6 Dak. Okuma

Göz kamaştırıcı ışıklar altında parlayan yüzler… Kahkahalarla dolu videolar, estetik sofralar, mutlu aile pozları. Sosyal medya çağında mutluluk, artık sadece bir hâl değil; bir performans. İnsanlar, yaşadıkları anı değil, yaşadıklarını düşündürmek istedikleri anı paylaşıyorlar. Değil mi? Ve bu vitrinde, perde arkasında kalanlar görünmez olur. Mesela mutfaktan kimsenin haberi yoktur. Arkadaşlarının eşinin kocasına yaptığı saygısızlığın hesaplaşmasını çok bilmez kimsecikler.

Modern, yalnız, üzgün ve dindar birey için bu çağ, çifte bir yalnızlık getirir. Duruma göre biraz da mutluluk getirebilir. Bir yandan zaten toplumdan sosyolojik ve içsel bir kopuş yaşarken, diğer yandan bu kopuşun üzerine bir görünmeme hâli biner. El-meal kimsenin umurunda değildir. Sosyal medyada hiçbir şey paylaşmamak, neredeyse “yok” olmak gibidir. Çünkü orada görünmek, artık var olmanın bir gereğidir. Sahte, gereksiz, gerçeksiz ve iğrenç bir var oluş macerası. Otel zincirlerinden bir tanesinin sahibi tatil döneminde “20 kat arttırdık fiyatları. İnsanlar hala geliyor. Çünkü bu otelde olduklarını göstermek istedikleri bir çevreleri var.” Mesele artık bir sosyal statü meselesine döndü.

Bir şey yaşamaktan ziyade paylaşmıyorsan yaşamamış sayılıyorsun.

Bu minvalde bireyler veya insanlar kendilerini kıyasladıkça, içlerinde bir boşluk büyür. “Ben neden mutlu değilim?”, “Ben neden onlar gibi sevinçli değilim?” soruları gece saatlerinde, ekrana bakarken gelir. Ama kimse şunu sormaz: “Gerçekten kim mutlu?” ya da “bu insanlar gerçekten mutlu ise dolmuşta, otobüste, parkta somurtmaktan yüzleri kırışmış insanlar da kimdir?”

Bu mutlu kareler arasında unutulanlar hep vardır. Göz ardı edilenler.. Filtrelenmiş, editlenmiş, renklendirilmiş hayatların altında süzülen gerçek gözyaşları, paylaşılmayan dualar, kameraya alınmayan yalnızlıklar var. Kimse onları etiketlemez. Ama onlar, oradadır. Orada olmaya devam edecektir.

İnançlı bir insan için bu daha da karmaşıklaşır. “Dünyaya fazla meyletmeyin” der din. Ama o dünyaya ait olmadan yaşamak da kolay değildir. İnsan, kendini içinde bulamadığı bir çağda, yalnızlığına bile utançla bakar. Çünkü bu çağda mutsuzluk bile utanılması gereken bir kusur hâline gelmiştir. Elbette bu durum herkes için kapsayıcı değildir. Bu durumun arkasında anonim hesaplarla kendisini saklayan, içinde taşıdığı kişiyle olduğu kişi arasında bir savaş veren bireylerin sosyal medyada yaptıkları paylaşımlarla bir taraftan olmadığı kişiyi oynamak diğer yandan olamadığı kişinin arzularını bastırmak yatar. Ama hakikat şudur ki “her cemal ve kemal sahibi, kendi cemal ve kemal görmek ve göstermek ister.” Bir gün kendilerini ifşa edeceklerdir.

Modern çağın dindar bireyi, iki âlem arasında kalmış bir vaziyette: biri ilahi, diğeri dijital. Biri içe çekilen, sabırla ve sükûnetle beslenen bir dünya; diğeri dışa vurulan, hızla dönen, sürekli görünür olmayı talep eden haz dolu bir gezegen.

Bir dindarın yalnızlığı farklıdır. Doludur. Tercih edilmiştir. Ve tercih edilen yalnızlığın acılarını da bilir. O, kalabalıklarda da yalnız hisseder. Allah’a yakın olmaya çalışırken, insanlardan uzaklaştığını fark eder. Herkesin sesini yükselttiği bir çağda, dua eden insanın sessizliği boğazına düğümlenir. Bazen konuşmayı bile unutur. Çünkü konuşacak kimsesi yoktur.

Beni kimse duymuyor. Yalnızca Allah işitiyor.

Bu cümle, bir yandan huzur veriyor evet doğrudur. Ama bir yandan da büyük bir yalnızlık gezdiriyor insanın içinde. Çünkü her kul, bir başka kula da sığınmak ister. Dindar birey için bu çağda en büyük sıkıntı, insanî bağların çözülmüş olmasıdır. Camilerde bile sessizlik artmış, tespihler yalnız çekiliyor olmuş, selamlar göz göze gelmeden veriliyor, yalnızca kafa ile..

Oysa bir zamanlar insanlık ve dindarlık bir terakki meselesi idi. Bir topluluğa ait olmanın en güçlü yollarından biriydi. Şimdi ise çoğu zaman bireyin iç yolculuğu, yalnızlık için bir tefekkür hâlidir.
Modern dindarlar artık bir mağarada yaşıyor. Yola çıkmış bir yolcu kalabalıklardan ve kalabalık yalnızlıklardan kopmuş halde. Ne tamamen dünyadan kopabilir ne de tamamen ona karışabilir. Zira ahiret mülkü burada kazanılacaktır. Bilincindedir.

Modern, dindar ve yoksullar var bir de. “Beyim ben ekmeğimdeyim” diye. Ve yoksulluk artık sadece para meselesi değildir.. Günümüz insanı; sevgisizliğin, ilgisizliğin, anlam eksikliğinin ve aidiyetsizliğin yoksulluğunu da yaşıyor. Evler var ama içinde yaşayan ruhlar yok. Odalar var ama içine çekilen insanlar konuşmuyor. İnançlar var ama gerekleri yok.

Eşyalar çoğaldıkça bağlar azaldı. Evler arttı manalar yok oldu. Herkesin bir telefonu var, ama kimse kimseyi gerçekten aramıyor. Herkesin söyleyecekleri kimse kimseyi duymak için dinlemiyor. Cevap vermek için bekliyor.. Yemek masaları genişledi, ama oturanların yüzü telefona dönük. İnsan sayısı zaten hak getire. Postmodern yoksulluk budur işte: Etrafında her şey var, ama içinde hiçbir şey hiçbir mana kalmamış.

Her şeyim var diyorlar. Ama her şeyin içinde kendini bulamıyor. Ne acı değil mi?

Modern, yalnız, dindar birey bu çöküşü daha keskin hüzün ile yaşar. Çünkü onun kalbinde hâlâ bir değer, bir anlam arayışı vardır. Eşyalarla mutlu olunamayacağının farkındadır. Ama yine de yalnız kalır. Yine yalnızdır. Çünkü anlam peşindeki insanlar bu çağda azdır ve az olan, yalnız olur.

Sonuç olarak zamanla sosyal medya hesapları silinir. Bildirimler kapatılır. Telefonlar sadece saat olarak kullanılır. Bir tür içe çekiliş başlar. Modern insanın mağarası artık gerçek bir dağ değil, zihinsel bir inziva hâlidir. Telefonları kapatırsa. “Like” değil, hakiki bir “hâl” isterse. Ama görünmedikleri için unutulurlar. Ben buradayım ama kimse bilmiyor. Bilmesini de istemiyorum demezse.

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yapılmamış

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version