Başlığı atarken “Yedi Güzel Adam” diye anılan şairlerden birinden, büyük bir şairden, Adil Erdem Bayazıt’tan esinlendim. Bir şiirinin ismidir “Diriliş Saati”. Peki, biz ne zaman dirileceğiz?
Şair bu şiirini yazdığında ülkemiz sağ-sol kavgalarında, ocu-bucu kavgalarındaydı. Milletimizi birileri birbirinden ayırıyor, düşmanlık ve nifak tohumları ekiyordu. Şimdi de farksız değil. O hâlde dirilemedik. Hâlâ uykudayız. İyi geceler…
Bir millet neden uyur, neden başkasının elinde oyuncak olur diye hiç düşünmedik. Çünkü uyuduğumuzun farkında değiliz. Oyuncak olduğumuzun farkına hâlâ varamadık. “Bunu nasıl anlarız?” diye bana sorarsanız tek yanıtım tarih bilmek olacaktır. Evet, mâziyi bilmek âtiyi bilmektir. Geçmişimizi ne kadar çok bilirsek geleceğimizi o derecede bileceğiz. Ne yazık ki millet olarak tarihimizi hiç bilmiyoruz. Herkes kendi tarafından tarihi şekillendirdiği için ya sağa inanıyoruz ya da sola. Bu sebeple de uyanmak, dirilmek başka bahara kalıyor.
Dünya üzerinde Türk milleti kadar mâzisi derinlere inen başka millet yok denecek kadar azdır. Belki Çin medeniyeti, belki Mısır medeniyetini sayabilirsiniz. Kökleri bu kadar eskiye giden bir millet nasıl olur da son yüz yılda bu kadar uykuya geçer? Hadi, az daha geri gidelim; son 200 yıl… Ama özellikle Cumhuriyet kurulduktan sonraki nesil ne yazık ki geçmişini bilmez oldu, geçmişine küfreder oldu. Neslimiz git gide bozuluyor. Kimse kılını kıpırdatmıyor; ölü gibi sessizler. Bence ölüler…
Cumhuriyet rejiminden sonra neden Osmanlı’ya atıp tuttular? Bizim geçmişimiz sadece Osmanlı’dan mı ibaret? Selçuklu, Karahanlılar, Gazneliler, Harzemşahlar, Sâmânoğulları, Tolunoğulları, Memlûklar, Eyyübîler, Zengîler… İslam öncesine gidersen Uygurlar, Göktürkler, Hunlar, Sakalar, Tabgaçlar vs. liste uzar gider. Neden yüz yıldır okullarımızda çocuklarımıza geçmişimizi kötülüyoruz?
Ben çok iyi hatırlıyorum; isim vermeyeyim, bir sosyal hocamız vardı ilkokulda. Bir padişahtan bahsederken “Kızıl Sultan” lakabını kullanmıştı. O zaman daha küçüğüm. Merakımı celbetmişti onun bu sözü. Bu sözden dolayı bunu araştırdım ve tarih okumaya karar verdim seneler sonra. Çünkü bile bile yalan söylüyorlardı. İstediğiniz kadar eleştirebilirsiniz bir lideri, bir padişahı, bir sultanı; bunlar haşa peygamber değil. Okuduğum bölüm gereği ben de eleştiriyorum bazen ama yalandan karalamak, insanları yanlış yönlendirmek âdi bir harekettir. Maalesef bu durum günümüzde hâlâ devam ediyor. Birileri Osmanlı’ya atıp tutuyor, karşı taraf da Cumhuriyet’e atıp tutuyor. İkisinin de birbirinden farkı yok. İki taraf da yanlış yolda. Orta yolda olanlara selam olsun…
Peki, bundan nasıl kurtulacağız? Benim yaptığım gibi. Yanlış anlaşılmasın, kendimi övmüyorum ama ben herkes gibi ona buna atmıyorum. Araştırma yapıyorum, hakîkatin peşinde gitmeye çalışıyorum. Kolaya kaçmıyorum. İşin en kolay yoludur başkasına çemkirmek, kendinin doğru, karşısındakinin yanlış yolda olduğunu haykırmak. Ama birileri bizi bize düşman etmiş; artık bunun farkına varmak gerek. Geç bile kaldık.
Bizim milletimiz bir ağaç ve biz o ağacın köküne yüz yıldır kezzap atmaktan yorulmadık. Ağaç kuruyunca mı anlayacağız yaptığımız yanlışı? O ağaç hiçbir zaman kurumayacak. Birileri var doğru yolda, hakîkat yolunda çırpınan. Onlara yollar açılacak ve bütün yalancılara karşı onlar zafer kazanacak. Bu millet dirilecek; evet baylar ve bayanlar, bu millet öyle bir dirilecek ki bütün sahte diriler ölecek.
Sözlerimi şiir avcısının sözleriyle bitirmek istiyorum. Ne güzel demiş şiirinde Adil Erdem Bayazıt:
“Çıkacağız yola.
Hesap günü gelince.
Yağmur yüzümüze değince.
Güneş bir mızrak boyu yükselince…”

