Dolapnameler, dini tasavvufi edebi türler içinde Allah aşkını ifade etmek için yazılan sorulu-cevaplı manzum eserlerdir. Dolap kelimesi Farsça olup, kuyudan su çıkarıp bahçeleri sulamaya yarayan döner makine, her türlü dönen çark, çıkrık anlamlarına gelmektedir. İkinci anlamı, içinde eşya muhafaza etmeye yarayan raflı ve kanatlı yerdir. Klasik edebiyatımızda ise dolap, kuyudan su çeken alet manasıyla kullanılmıştır.
Şam’da Asi nehri üzerinde efsanevî bir dolaptan söz edilmektedir. Döndükçe “Yâ Muhammed“ diye ses çıkaran bu dolap, ‘dolâb-ı Muhammed’ olarak anılırmış. Birçok şaire ilham kaynağı olurmuş. Benim konu edindiğim ise:
“Sual ettim bugün ben bir dolaba,
Niçin daim sürersin yüz bu âba?”
diyen Kaygusuz Abdal olacaktır. Başlar soru cevaba. Dolap, ormanda bir ağaç iken kesilip bu haline gelinceye kadar başından geçen hadiseleri anlatır. Yemyeşil ve suyu bol olan yaylayı yurt edinmiş. Gölgesinde güzeller eğlenmekte, dallarında bülbül ve kumrular şarkı söylemekteymiş. Etrafında ona hizmet etmek için sıra bekleyenler bulunmakta iken bir gün endamına bakarak gururlanır. Hiçbir ağacın kendisiyle güzellikte kıyaslanamayacağını düşünür. Tûba ağacı (cennet olan ağaç) dahi onun boyunu kıskanmaktadır. Musibetler de başına hep bu gurur yüzünden gelmiştir. Ağacın gururu karşılık bulur ve ansızın karşısına elinde balta olan bir adam çıkar. Elinde balta olan bu adam tarafından kesilir. Oradan oraya dolaştıktan sonra bir şehre getirilir. Bırakıldığı yerde çiğnenmek zorunda kalır. Bir müddet sonra ustalar ellerinde aletleriyle gelir ve bu tahtalardan dolap yapmaya başlarlar. Artık rahat yüzü görmeyen ağaç, kuyudan su çekmek için gece gündüz inleyerek döner durur.
“Süleyman kim sürerdi tahtını yel,
Son ucu toprağa kodu yanağı.”
Hz. Süleyman (a.s)’dan pay biçerek her şeyin fâni olduğu vurgulanmıştır. Birçok İran hükümdarlarının isimlerini de geçirerek, dünyanın onlara da kalmadığı anlatmıştır.
Böylece dolapname, dünya nimetlerinin geçiciliğini, gençliğin, servetin ve gücün aldatıcılığını anlatır. Ahiret hayatının gerçekliğine dikkat çekerek de sona erer. İnsanın ancak Allah’ın fazlına (lütfuna) dayanması gerektiğini söyler.
Klasik edebiyatta âşık ve sevgili her zaman ön plandadır. İfade edilmek istenenler, onlar üzerinden ortaya konur. Tasavvufi aşk, nihai olandır. Aşkın mecazi tasvirini de burada, âşık döktüğü gözyaşlarıyla dönüp dururken bir dolabı andırır. Şair, dönmekte olan bir su dolabının yanından geçerken onun inlemekte olduğunu işitir. Cihanı dolduran bu inlemelerden etkilenerek, kendisi gibi aşk sebebiyle inleyen bir dert ortağı bulduğunu düşünür. Dolabın yanına vararak niçin bu kadar ağlayıp inlediğini sorar. Gece gündüz inlemekte olan dolap, gövdesinden açılan delikten gözyaşlarını boşaltarak bağ ve bahçeleri gözyaşlarıyla sulamakta olup bu halini derdine şahit tutmaktadır. Aşığın gönlü de bir dolabın çıkardığı sesler gibi inler. Sevdiğinin bulunduğu yerin (kuyunda) etrafında dolanır. Tavaf edercesine dolanır. Tıpkı bir dolap gibi o da yerinde dönerek sevdiğini anar.
“Ey dolap, iyi dön çeşm-i siyahın kuyunda,
Dünya kıskançlığından çatlasın ki geç kalalım mahşer-i mazhara.” (Özgündür.)