Dut Ağacı

32 Görüntüleme
9 Dak. Okuma

Güneş tüm yakıcılığıyla şehre vuruyordu. Bahçelerde çiçeklerin renk cümbüşleri sanatsal bir manzarayı andırıyordu. Gölün yarı zamanlı dalgalanması şehir insanına huzur veriyordu. Van’dan kaçak yollarla Ahlat’a gelen renkli gözlü kediler sokak başlarında volta atıyordu. Sakin şehrin sakin olmasını kabullenemeyen günü birlikçi tatilciler, yaz aylarında şehre sabah vaktinde demir atıyordu. Şehrin bir tarafında tandır yakılıyor ve ekmek kokuları sofralara kadar yayılıyordu. İki çarşılı bu şehirde köy halkları yukarı çarşıda alışverişini yapıyordu. Şehir insanına göre hayat yukarı çarşıda vardı. Aşağı çarşı sadece bir geçit durağıydı. Şehrin iklimi ve doğası çeşitli meyveleri barındırıyordu. Bunlar: Elma, armut, kiraz, vişne, ceviz, kayısı ve duttu. Her biri ayrı tatta, her biri ayrı güzellikte idi. Fakat aralarında en ticari olanı ise duttu. En ticariden kasıt şu demekti: Dut toplayıp satmak. Genellikle çocukların ve gençlerin yaptığı bir işti. Yaz aylarının belli zamanında yapılan ve kazancı güzel bir işti.

Dut toplamak, strateji gerektiren bir işti. Aynı zamanda aksiyon dolu bir serüvendi. Bunun başrollerinde ise Hasan ile Hüseyin yer alıyordu. Hasan ile Hüseyin çocukluktan beri arkadaşlardı. Farklı okullarda okusalar da her gün yan yanalardı. Yaz aylarında ise sabah erken saatlerde evden çıkarlar, akşama kadar gelmezlerdi. Öyle ki Hüseyin’in babası hep “Siz memur musunuz oğlum? Sabah sekizde evden çıkıp akşam beşte eve geliyorsunuz.” Diyordu. Ama ne dese de Hasan ile Hüseyin’e etki etmiyordu. Onlar dışarıda beraber gezmeyi çok seviyorlardı. Her şeyleri beraberdi. Bazı günler akşama kadar aç kalıyorlardı. Ama hiç umurlarında değildi. Çünkü birlikte geçirdikleri vaktin kıymetli olduğunun farkındaydılar.

Yine bir gün sabah erkenden uyandı Hüseyin. Hemen Hasan’a “kalk, kalk, kalk” diye mesaj attı. Sonra hazırlanıp Hasan’ın evinin önüne gitti. Hüseyin Hasan’ın her zaman evden geç çıktığını bildiği için o mesajı atmıştı. Evin önünde biraz bekledikten sonra üst üste Hasan’ı aramaya başladı. Hasan’da en son telefonu açtı. Yeni uyanmıştı belliydi. “Hemen geliyorum amca oğlu.” Dedi ve hızla hazırlanmaya başladı. Evden çıktı ve Hüseyin’le beraber yola koyuldu. Bugün dut toplayacaklardı. İkisi de evden çıkmadan önce birer tane beş kiloluk bidon ve yoğurt kovası almıştı. Dut toplarken işlerine çok yarıyordu bunlar. Ağaca çıktıklarında yanlarında yoğurt kovasını götürüyorlardı. Önce yoğurt kovasını dolduruyorlardı. Kova dolduktan sonra ağaçtan inip beş kiloluk bidona döküyorlardı.

Bugün gidecekleri dut ağacının yeri kendi mahallelerindeydi. Ama daha önce oraya hiç gitmemişlerdi. Bir gün önce tesadüfen denk geldikleri bir ağaçtı aslında. Yaklaşık on dakika yürüdükten sonra ağacın olduğu bahçeye ulaştılar. Ağaç sahipsiz değildi. Başka birine aitti. Onlarda gizlice ağaca çıkmayı düşünüyorlardı. Normalde böyle yapmıyorlardı. Bir gün bir dut ağacından dut toplamaya gittiklerinde, oranın sahibi onlara bana toplayın ben de size hakkınızı vereyim demişti. Onlarda “tamam” demişlerdi. Ağaç sahibine yaklaşık on kiloluk dut toplamışlardı. Ağaç sahibi ise emeklerine karşılık sadece yarım yoğurt kovası kadar dut vermişti. O gün çok üzülmüşlerdi ve kimseye bir daha dut toplamayacakları üzerine söz vermişlerdi.

Hasan ile Hüseyin önce etrafı kolaçan ettiler. Kimsenin olmadığından emin olduktan sonra ağacın tam dibine geldiler. İlk önce tişörtlerini çıkardılar. Çünkü dut toplarken üzerlerine dutun kırmızı suyu dökülüyordu. Onlarda üstleri leke olmasın diye bu yöntemi bulmuşlardı. Üstlerini çıkardıktan sonra ağaca çıkmaya çalıştılar. Fakat ağaç öncekilerine benzemiyordu. Tamamen dik bir ağaçtı. Gövde kısmında tutunacak ufak dallar yoktu. Biraz zorlansalar da birbirlerine yardım ederek çıkmayı başardılar. Hasan bir taraftan Hüseyin de bir taraftan ağacın farklı kısımlarında dut toplamaya başladı. İkisi de yoğurt kovalarını kendilerine en yakın olan herhangi bir dala asmıştı. Elleriyle topluyorlar ve kovaya dolduruyorlardı. Biraz dut topladıktan sonra Hasan’ın kovası dolmuştu. Kovadaki dutu boşaltmak için aşağı indi. Kovadaki dutu bidona boşaltmaya başladı. Tam işini bitirip ağaca tekrar tırmanacakken bir bağırma sesi geldi. Hasan sesi duyunca büyük bir korkuya kapıldı. Bir kızın sesiydi bu. Belli ki ağacın sahibinin kızının sesiydi. Hasan ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Kafasını kaldırıp yandaki evin balkonuna baktı. O sırada balkonda duran kız çocuğunu gördü. Kız tekrardan bağırdı. “Ne yapıyorsunuz siz orda?” dedi. Hasan hemen yanındaki bidonu aldı ve küçük duvardan atlayıp saklandı. Fakat bir sıkıntı vardı. Hüseyin ağacın tepesinde kalmıştı. Hasan duvarın arkasında, Hüseyin ise ağacın tepesinde saklanıyordu. Yaklaşık iki dakika sonra kız tekrardan bağırmaya başladı. “Bak hala topluyor ya! İn aşağı geri zekâlı” dedi. Hasan sesi duyduktan sonra gülmeye başladı. Çünkü Hüseyin kızın onu fark etmediğini düşünerek dut toplamaya devam etmişti. Fakat yakalanmıştı. Hüseyin hızlı bir şekilde ağaçtan indi. Etrafına bakıp Hasan’ı arıyordu. Hasan da kafasını kaldırmış Hüseyin’ e “Gel gel. Buradayım.” Diyordu. Hüseyin hemen Hasan’ın yanına gitti.

“Nasıl bizi fark etti? Anlamadım.”

“Ben de anlamadım valla.”

“Şansımız yok ki bizim!”

“Yav arkadaş biz şansımızı geçen hafta kaybettik.”

“Aynen, doğru diyorsun.”

“Yani insan belediye başkanının bahçesine girip dut toplar mı ya?”

“Valla yani şartlar eğer bunu gerektiriyorsa toplar diyemem ama toplamaz da diyemem. Yani şunu demek istiyorum, gereken buysa eğer gereken yapılmalı. Anladın mı ne demek istediğimi?”

“Galiba anladım. Fevri bir şekilde şansımızı kaybettik dedim ama aslında şansımız vardı ki sadece yakalandık. Mesela dayak yemedik. İyi tarafları da var bu durumun. Ama dediğin gibi gereken neyse gereken odur.”

“Gerçekten anlamışsın beni amca oğlu.”

“Her zaman, her yerde, her şekilde…”

Aralarında geçen bu muhabbetin ardından. Bir daha bu ağaçta dut toplayamayacaklarını anladılar. Hemen buradan gitmeleri de gerekiyordu. Fakat Hüseyin ağaçtan inerken kovasını ağaçta unutmuştu. O kovayı orda bırakıp gidemezlerdi. Hüseyin ağaca çıkıp kovayı alacağını söyledi. Hasan da “Tamam al ama hızlı olman lazım.” dedi. Hüseyin “tamam” dedi ve ağaca doğru koşmaya başladı. Hüseyin adeta bir tarzanı andırıyordu. Çünkü o ağaca çıkmak oldukça zordu. Hele ki tek başına çıkmak imkânsız gibi bir şeydi. Ama Hüseyin o kovada emeğinin olduğunu bildiği için hırsla ve şevkle ağaca tırmanmıştı. O kadar hızlıydı ki çıkması ve inmesi bir dakika bile sürmemişti. İndikten sonra Hasan’ın yanına gitti. Bidonu açtı Hasan. Hüseyin de kovadaki dutu bidona doldurdu. Beş kiloluk dut toplamışlardı. Bu onlar için kötü bir durum değildi aslında. Sadece ulaşmaları gereken kiloya ulaşamamışlardı. Hasan Hüseyin’e “canımız sağ olsun amca oğlu” dedi. Hüseyin de “Eyvallah” diyerek cevap verdi. Tişörtlerini giyip kovalarını ve bidonlarını alıp satmak için çarşının yolunu tuttular. Çarşıya giderken yol boyunca yaşadıkları olayı konuşup gülüyorlardı. Özellikle Hüseyin’in kızın bağırmasına rağmen dutu toplamaya devam etmesi, yine Hüseyin’in dimdik olan ağaca tek başına hızlı bir şekilde tırmanmasını konuşup gülüyorlardı. Çarşıya az zaman kalmışken dut topladıkları mahallenin camisinin yanından geçtiler. Hasan’ın dikkatini cami lavabosunun çatısındaki güneş enerjisi çekti.

“Amca oğlu baksana, güneş enerjisi takmışlar lavaboya.”

“Aaa, harbiden. Daha geçen gün bile yoktu.”

“Aynen öyle. Yeni takmışlar. Da. Aklıma bir şey geldi.”

“Ne geldi amca oğlu?”

“Şimdi çarşıya bu halimizle gitmek olmaz. Baksana oğlum her yerimiz kan gölü. Bu şekilde gitmeyelim.”

“E zaten göle girecez ya.”

“Göle zaten girecez oğlum. Bu sefer göle yıkanmak için girmeyelim diyorum.”

“E nasıl yapalım peki?”

“Güneş enerjisi var amca oğlu. Sıcak su. Bizim yoğurt kovalarına musluktan sıcak suyu doldururuz. Onunla yıkanırız. Hem üşümeyiz de lan.”

“Amca oğlu vallahi billahi yapalım. Çok iyi fikir lan. Ölü balıkkkkkkkk!”

İkisi de caminin lavabosunda sıcak suyla yıkandı. Vücutlarındaki dut lekeleri çıkmıştı. Tişörtlerini giyip çarşıya doğru yol aldılar. Çarşıya geldiklerinde doğrudan her zaman dut sattıkları dükkana gittiler. Dutu satıp paralarını aldılar. Her dut sattıklarında yaşadıkları o ticari ihtisasla markette girdiler. Biraz yiyecek aldıktan sonra göle gittiler. O yorgunluğun oluşturduğu etki ile gölde saatlerce yüzdüler. Gün sonunda yarınki planlarını da yaparak evlerine gitmek üzere vedalaştılar.

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yapılmamış

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version