Gazap

18 Görüntüleme
3 Dak. Okuma

Çöken Göğün Altında İnsanlığın Gürültüsüz Çığlığı

İnsan bazen kendi hayatının ortasında değil, başka hayatların harabesinde, yalnızca kendi hayatının kıyısında uyanır.
Gazap Üzümleri de böyle bir uyanıştır:
Hayatı kuruyan bir geleceğin, göğünde karabulutlar yeşeren cemiyetin, iç lambası kırılmış insanın, bir insanlığın hikâyesi.
Joad ailesi sadece aile değil, daha fazlası;
iç lambası kırılmış insanın kendisinin suretidir.
Öyle ki keder onlara değmemiş de bizzat kendileri olmuşlardır.
Nimet çorak olup çatladıkça insanlık da çatlar;
o eskimiş çitler söküldükçe insanın içindeki anılar da anıların huzuru da sökülür.
Nice badireler ardında şu soru kalır akıllarda:
“Yıkılan ev hangisiydi? Bizim ev mi yoksa içimizin evi mi?”

Toprak, Hayatın Kaynağı Yitirildiğinde İnsan Neye Tutunur?

Toprak dediğin yalnızca üzerinde yürüdüğün, doğup öldüğün, güneşi beklediğin bir temlik değildir ki;
çocukluğun hoyrat korkusu, odundan saçılan küf kokusu,
anne terliği ve onun görkemli gölgesinden ibaret avlusu,
babanın dağ gibi yükseldiği bir mücadele, alın teriyle sulanmış sustalığıdır.
İnsan toprağını kaybetti miydi,
önce kendini, sonra nereye ait olduğunu unutur. Bilemez.
Bir ormanın her bir ağacı köksüz bırakıldığında nasıl devrilirse,
insan da öyle işte.
Köksüz kalınca ne geçmişe dayanabilir ne de göğe tutunabilir.
Hikâye de budur ya:
Yurtsuzluk.

Kalbin Sırtında Taşınan Göç

Kaliforniya’ya doğru uzanan o mistik yol… Bir yön değil; umudun kuruduğu bir keder yolculuğu…
Yol uzuyor, kumlar büyüyor, nihayet gökyüzü kararır ve insan da kaderinden kaçarken en çok ona yaklaşır. Eksilen her adım, eklenen yeni bir adım. Boşa sarf edilecek bir an bile yok. Aile değil yolda yürüyen; yürüyen bir zamandı o çizgide.
Yolda ölünmez. Omuzlarda yaşamak denir buna. Her ölüm biraz daha yük getirir ayakta duran kafalara…

Kapital, insanlığın üzerindeki soğuk buzdur.

O yemyeşil vadiler içine girmedikçe cennet gibidir ya, anahtarı olmayan her cennet, cehennemin ön avlusudur, öyle derler…
Ah o canavar, piyasa dedikleri o kocaman canavar,
insanın etini, kemiğini, emeğini; yetmezse çaresizliğini de satın alır.
O açlık ki ekmeksizlikten değil, insanlığın dibi boylamasından çıkar.
O toprak bereketlidir ama sofrası yoktur.
Gökyüzü uçsuzdur ama nefes darlığı çeker ciğerler.
İnsan artık kendisine yabancıdır; geleceğine, geçmişine.
Ve aniden fark eder insan:
Gazap, insanların öfkesi değil; öfke değil,
insanın kendi insanlığına haykırdığı sessiz başkaldırıdır.

Dayanışma: Karanlığı Yaran İnce Bir Işık

Karanlık büyüyor; birbirine dokunmadan kimse bulamıyor yolunu.
Göçmen kamplarında, o insanlık pazarlarında beliren kardeşlikler,
her şey bitiyorken yeniden doğmaya bir ışık…
Birbirine su uzatanlardır en çok direnen.
Göğsünde yalnızlığı parçalayandır kimsesizler.
Farkındalar: herkes farkında herkesin açlığının, gözyaşının.

Kitabın sonundayız; gazabın başlangıcında, bir annenin sütünü
tanımadığı bir adamın canına can etmesi…
İşte o sahne, modern insanlığın üzerine çöken göğü
birazcık aralayan ince bir rahmet kapısı…

Çöküşten Doğan Sessiz Dua

Gazap Üzümleri dedim, sen başka anla…
Ben Kalonirya dedim, sen Gazze anla:
Ev çöker, toprak alınır, umut sökülür…
İnsanın içindeki o merhamet kıvılcığı daimi…

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yapılmamış

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version