Her Çiçek Her Toprakta Yetişmez

51 Görüntüleme
6 Dak. Okuma

Şimdi Suçlu Kim:

Her çiçek her toprakta yetişmez. Peki, o zaman bunun suçlusu toprak mıdır? Yoksa tohumken ekilen, sonra daha ham bir fideyken ve vakti geldiğinde dahi açamayacak olan o çiçek midir suçlu atfedilen? Yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan paradoksu gibi çözülemeyen bir denklemdir buradaki.

Burada olan, sadece tüm renkleriyle zamanı geldiğinde açacak olan o çiçeğin ihtiyacı olan şeyin aslında o toprakta olmayışıdır. Belki ekildiği toprak yeteri kadar oksijen almıyordur ya da çiçeğin büyürken ihtiyaç duyduğu besin mineralleri yoktur toprakta. Belki de toprak cinsinden dolayı suyu drene eder, bu suyun yeterince süzülmesi anlamına gelir. Bu sebeple o toprakta yetişmeye çalışan çiçek, fazla sulanmaya ihtiyaç duyan bir türse muhtemelen ona uygun olmayacaktır. İşte o da böyledir, yapısı budur. O zaman ne çiçek o toprakta açamadığı için suçlu, ne de toprak çiçeğin ihtiyaçlarını karşılayamadığı için eksiktir.

Dert Devaya Davettir:

Çiçek o toprakta açamadığı ve o muazzam renklerini doğaya sunamadığı için kendini suçlu hissetmez. Belki de sadece düşünmesi gereken şudur: “Evet, ben bir tohumdum ve şimdi topraktayım, fide oldum ama büyüyemiyorum. Sancı çekiyorum ama neden? Aslında ne olmalı? Peki, şu an olan ne?”

Mevlânâ Celâledin-i Rumi şöyle der: “Dert devaya davettir.” Devası derdin içindedir, yeter ki görebil. İşte bugün yerinde açamayan çiçeği, çektiği o sancı rahatsız eder. Yerinde huzursuzdur çünkü fizyolojik olarak bedeni olması gerektiği gibi büyüyemez, bu da gelişememesine ve olduğu yerde kalmasına sebebiyet verir. Bir çözümü olmalı ama ne? Düşünmeye başlar. Tıpkı Abraham J. Twerski’nin metaforu olan, büyümek adına sancı çeken ıstakoz hikâyesindeki gibi, çiçek de büyüyebilmek için büyük bir stres hisseder kendinde.

Bu arada yeri gelmişken stres hep kötü olarak ilan edilir. Stres hep insana zarar sunan, kandaki kortizol seviyesinin yükselmesine sebebiyet veren bir hormondur. Evet, stres bilimsel olarak ele alındığında bu gerçeklikten pek tabii bahsedebiliriz. Halbuki yine bilimsel olarak ele alındığında, dozunda stres gelişmeye, büyümeye, güzel heyecanlara ve en önemlisi hayatta kalmamızı da sağlayan hayati bir hormondur aslında. Yeter ki dengeyi tutturalım. İnsan her zaman bir denge arayışı içindedir. Bu dengeyi aradığını da hep ifade eder; ama sözcüklerle, ama hissi olarak içten. Bugün ne söylüyorsak ya da nasıl davranıyorsak, bunun bir tutarlılık içinde olmasını en önce kendimiz bekleriz. Yani buradan yola çıkacak olursak stres de aynı şekilde. Kronik ve olumsuz strese sürekli kendimizi maruz bıraktığımızda, belki yapıcı etkisinden ziyade zedeleyici etkisini görürken; olumlu dediğimiz, gelişim sürecindeki o stres aslında oldukça faydalıdır.

Gelelim toprağında açamayan çiçeğe; buradan sonrasını biraz hayal gücüyle ilerletebiliriz bence. Çiçek stres hissetmeye başladığında artık bulunduğu toprakla bağını kesmesi gerektiğine karar verir. Bu onun için zordur. Çünkü bir süre de olsa o toprakla beraber vakit geçirir, başka bir toprak, başka bir yer bilmez. Güneşin daha başka hangi yerlerden nasıl doğup battığını bilmez. Bir nevi aslında konforlu alanı, ekildiği o topraktır. Fakat çiçek artık bir “dert edinir” kendine, sancı çeker büyümek için. İşte bu yüzden bir gün kendini kökünden koparıp, bir de elveda sunarak bir zamanlar vakit geçirdiği o toprağa, kendi ait olduğu toprağa eker yine kendini. Orada güzelce sulanır; zaman geçtikçe kendine gelmeye, minik minik açmaya, daha bir yeşermeye ve renklerini doğaya sunmaya hazırlanır sabırla. Bir zaman sonra nice günler doğar, niceleri batar, bazen yağmurlar yağar ve çimen kokuları çalınır burunlara.

İşte tam bu vakitlerde çiçek olağanüstü beyazıyla büyüler, hayran bırakır kendini yine kendisine, ona bakanlara. Rayihası da mest eder bütün koku almaçlarını.

Zaman işler, çiçekleri açtıkça açar, kokusu yayıldıkça yayılır. Toprak onu zamanla sarıp sarmalar, çiçek de bu nazik daveti usulca kabul edip kendini gösterir. İşte tam da o zaman çiçek, onun için aslında doğru yerin burası olduğunu anlar. Toprak ona iyi gelir, çiçek de gelişmesi için besinlerini alarak büyür ve hediyesini sunar, tüm zarafetiyle 🤗

Davete İcabet Etmek Meselesi:

İnsan kendini abad edebildiği gibi bedbaht da ilan edebilir. Bir önceki yazım aracılığıyla esneklik ve farkındalık konuları ile alakalı detaylı bir şekilde konuşmuştuk. Farkındalık dediğimiz kavram burada da devreye giriyor. Tıpkı olması gereken yerin orası olmadığını ve kendini gösteremediğini anlayan beyaz çiçek gibi. Bulunduğunuz yer size bir şey katmıyorsa ve bu sizi huzursuz ediyorsa bilin ki sorun sizde değil. Sorun bulunduğunuz ortamda da değil. Sadece siz oraya ait değilsiniz. Aslına bakıldığında bu çok basit bir denklem gibi görünür. Biraz öze dönmek, kalbe yakınlaşmak gerekir belki de bu bilinmeyenli gözüken denklemin parçalarını bularak sonuca ulaşmak için. Fakat işte insan deneye deneye, dertlene dertlene, yani aslında dert edinerek çıkış yolunu bulur vaziyete gelir kimi zaman da. Derdin gelmesi, devayı bulmaya öyle güzel bir işarettir ki. Zaten olumsuzluk yaşamazsınız ve bunu bir yerlerde hissetmezseniz harekete geçme motivasyonunuzun nerede olduğunu bilebilir misiniz? O zaman ben sizi Mevlana’nın sözünü hatırlatarak dertlenmeye davet ediyorum 🤗

Hayatı zorlaştırmadan kendimize, bizim için önemli olan yerlerin altını çizerek ve tekrar ederek güzel yerlerde olabilmemiz ve kendi toprağımızda bize has olan renklerimizle açabilmemiz dilekleriyle 🌺 Okuyan, belki kendinden çokça parçalar bulan, buna niyet eden herkese şifa olsun 🤗

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yazar & Şair
Yorum yapılmamış

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version