Herkesin İçinde Var Bir Herakles, Bir de…

20 Görüntüleme
10 Dak. Okuma

İçimdeki Herakles’e,
Herakles, Herakles, duy beni!
Gör bir, bak bendeki seni.
Sen ki geçtin tam on iki denemeyi.
Zor mu sahi,
İçimdeki bilmem kaç başlı nefsi yenmesi?

Sahiden öyle değil mi, herkes kendi hikayesinin kahramanı. Esas mesele bu hikâyeyi nasıl yazdığın, o yolu nasıl yürüdüğün, değil mi?

Biliyor musunuz, Herakles insanı temsil edebilecek en başarılı kahraman benim nezdimde. Peki ya neden, biraz bahsedelim mi?

Herakles, birçok denemeden geçmiş o cesur kahraman, yarı insan, yarı tanrı. Bilmeden büyümüş tanrısal yanını… İnsan misali.

Herakles, Zeus’un ölümlü bir kadın olan Alkmene’den oğludur.

Oysa ismi Hera’nın ihtişamından gelir: Hera+kleos. Efsaneye göre, Zeus’un çocuklarının onun gücünden yararlanabilmesi için Hera’nın sütünü içmesi gerekir. Hera uyurken Hermes, Herakles’i onun göğsüne yerleştirir ve Herakles, Hera’nın sütünü emer. Bu, Herakles’in çok güçlü olmasının sebebidir.

Hikâyenin devamında Hera uyanır ve kendisinden olmayan bu bebeği göğsünden uzaklaştırır. Bu sırada göğsünden fışkıran süt, gökyüzündeki Samanyolu’nu oluşturur. İngilizcede ise Milky Way (süt yolu) olarak bilinir.

Şimdi gelelim asıl meseleye. Hera’nın bu bebeğe zarar vermesinden korkan Hermes, onu yeryüzünde ölümlü bir aileye teslim eder. Hera pes etmez, beşikteki Herakles’i öldürmek için bir yılan gönderir. Halbuki Herakles, diğer bebeklere nazaran çok güçlüdür ve yılanı tuttuğu gibi öldürüverir. Yine de Zeus’un oğlu olduğundan habersiz büyür.

Hera, onun başına musallat olacak kimi işler getirir ve sonunda bir gün, Hera’nın sebep olduğu bir cinnet geçirip eşi ve çocuklarını öldürür. Kendine geldiğinde çok pişman olan ve ne yapacağını bilemeyen Herakles, Delfi kahinine danışır. Kahin de ona on iki denemeyi tamamlamasını söyler. Herakles’e bu denemeleri verecek olan ise Miken kralı Eurystheus’dur.

İşte vakit o vakittir ki yaşadıklarının ardından Herakles de sorgulamaya başlar. Varoluş amacını merak eder. Demem o ki içindeki kahramanı duyan, onu gören her insanı günün birinde bir şeyler harekete geçirir. Bu bazen çok büyük bir olay, bazense küçücük gibi görünen bir durum, bir işaret olabilir. Elbette bir ömür içindeki özü fark etmeden ömrü son bulanlar da vardır. Ne yazık ki onlara yaşam gayesinden habersiz, potansiyellerini açığa çıkaramadan göçüp giderler.

İnsanoğluna sorsan, pek çoğu kahramandır zaten, pek çoğu başarılı, pek çoğu lider(!).

Kimseler kolay kolay başarısızlığını dile getirmez. Hep bir görmüşlük, hep bir duymuşluk, hep bir olma hâli söz konusudur. Oysa sınavın başında egoyla olan o savaştan sağ çıkabilmek yatar. İnsanoğlu kendi karanlığını görmeli, kendi kişiliğiyle baş edebilmelidir. Nitekim Herakles’in de ilk denemesi bunun üzerinedir. Herakles, okun, kılıcın işlemediği Nemea aslanını yenmek zorundadır. O da bu aslanı karanlık bir mağaranın içinde, çıplak elleriyle boğar. Karşılaştığı kendi kişiliğidir esasında. Kibir, bencillik, hoşgörüsüz bir kendini beğenmişlik öylece karşısındadır. Güçlü bir aslan misali karşılık verirler ona. Ara ara kükremeleri duyulur, mağaranın o en karanlık kuytularından bile. Dahası, hiçbir dışsal güç yetmez onları öldürmeye de, kendi egosunu yenmiş kimseyi alt etmeye de!

Egosunu yenmiş kişi “oldum” demez, “vardım” demez. Yol uzun ve meşakkatlidir ona. Önüne dikenler de çıkar, taşlar da; dahası güç yetmesi zor, bilmem kaç başlı canavarlar da çıkar. Oysa öğrenecek çok şey olduğunu bilir. Yolu yarıladıkça güzel olanı görür, gördükçe merak eder. Merak ettikçe araştırır, çabalar; öğrendikçe içini bir ateş sarar, öğretme arzusuyla faydalı olmak için durmadan öğrenir. Öğrendikçe bilir, bildikçe küçülür. Küçüldükçe büyür ve bilmediklerinin çokluğuna yanar. Yandıkça ışık olur, yamacında kim varsa. Bu ışık giderek büyür.

Her kahramanın yaşamında olduğu gibi, tek bir sınav yetmez insanoğluna da. Büyüklü küçüklü neler çıkar yoluna.

Bazen de insanoğlu savaştığı kusuru tarafından ele geçirilir. Örneğin, öfkesiyle savaşan biri daha öfkeli hale gelebilir. Sihir, bu öfkeyi dönüştürmektedir. Yazmaktan hoşlanan biri, eline kâğıt kalemi alıp öfkesini samimi bir esere dönüştürebilir. Herakles de çok başlı olan Lerna Hidrası’nın bir başını kopardığında yerine çift baş çıkmış, o da kestiği başların yerini ateşle dağlamıştır. Demem o ki: Dönüştüren güç, karanlık duyguları alt eder. Bir diğer mesele ise kimi sınavlardan geçerken bir başka canlıyı incitmemektir. Öfkesiyle başa çıkamayan kimse, haksız yere bir başkasını kırıp dökebilir. Bu sınavı etrafa kükreyerek değil, kimseleri incitmeden aşması gerekir. Tıpkı Herakles’in Kyreheia geyiğini incitmeden yakalaması gerektiği gibi.

Biliriz ki insan var olmaya, yolun farkına varmaya başlasa da nihayetinde insandır ve amacını bilse de bazen dikkati dağılır, boşluğa düşer ve yoldan sapar. Gaflet namlı bir canavarın tuzağına düşer. İşte bu tuzağı başında fark edip amacını yeniden hatırlaması pek mühimdir. Evet, tıpkı Herakles’in Erymonthos Dağı’ndaki yaban domuzunu yakalamaya giderken sentorlarla sarhoş olduğu gibidir hikâye.

Kim bilir, Herakles’in de sınandığı bu yolculukta nice güçlük vardır ki yaşarken öğreniyoruz bizler de işte. Diyelim ki 30 yıldır sigara kullanan bir insan var. Farkındadır da zararının ve vazgeçmek istiyordur bu alışkanlıktan. Önce aklını kullanıp nasıl vazgeçilir, bir bakmalı; tedavi yöntemlerine başvurmalı ki işini şansa bırakmamalı. Bu bir bağımlılıksa öylece “bir günde bıraktım” demeyle olmaz. Aklını kullanıp bırakma yöntemleriyle ilerlerken istikrarlı olması şarttır. Yoksa kral Augeas’ın ahırları gibi otuz yılda kirlenmiş, kararmış o güzelim pembe ciğerler nasıl bir günde düzelsin!

Evet, sıradan görünen yaşamlarımızın sözde basit imtihanlarından söz ediyorum ki kendimizden bir şeyler bulalım bu yazıda sevgili dostlar. Nihayetinde herkes kendi yaşamının baş kahramanı ve bu sınavlar hepimizin yolunda irili ufaklı taşlara, yağmurlu fırtınalı anlara dönüşüveriyorlar. Onları vaktinde fark etmezsek, baş etmeye kalktığımızda Çin Seddi’ne dönüverirler maazallah. Görmezden gelip de fark edemediğimiz kusurlar, benliğimize işlediğinde bizi olmak istemediğimiz bir insana çevirir. Tıpkı Arcadia’da, Stymphalos Gölü’nde varlıkları unutulduğu için sayıları artan, uçan canavarlar misali. Herakles de işte bu denemede, olayları ertelemeden onlarla ilgilenmenin önemini kavrar.

Kimi zaman da bizi gaflete düşüren, sinsice sarıveren konfor alanımız, maddesel zevklerimizdir. Kendimizi şöyle bir yokladığımızda, içimizde bir yerlerde Girit Boğası edasında azgın bir boğayla göz göze gelmemiz olasıdır. O vakit aklımızı sahiden kullanabilirsek, şehvetten, maddesel arzulardan uzaklaşmak zor olmamalıdır. Çünkü insanın aklı, doğru olanı seçebilme yetisine sahiptir.

Kontrolü fazlaca zor olan şey ise öfkedir. Öfkesinin yularını elinde tutamayan savrulup gider. Öfkemiz yalnız bize değil, yakınlarımıza da zarar verir ne yazık ki, bundan söz etmiştik. Yalnız, bir diğer konu da şu ki; öfke kontrolü ancak ona yol açan kaynağı keşfetmekle ve onunla yüzleşerek sağlanır. Herakles’in, Diomedes’in insan eti yiyen atlarına, Diomedes’i yedirdiğinde atların sakinleşmesi de pek tabii ki bundandır.

Öfke, bir anlık bağrış çağırışları, düşünmeden alınan kararları da beraberinde getirir. İşte bu durumda insanı asıl hedeften uzaklaştırır. Bir anda yaptıklarımız yüzümüze tokat gibi çarpar. Diyelim ki kızdık sevdiğimize ve ağzımızdan dökülüverdi o birkaç hece: “Ayrılalım!” Bir anda bitiveren evlilikler, dostluklar… Yahut iş yerinde aniden verilen o istifa dilekçesi. Sonrasında nice pişmanlığı peşinde sürükler. Tıpkı Hippolyte’nin kemerini almaya giden Herakles’in panikleyerek Kraliçe Hippolyte’yi öldürmesi gibi. Bunun bedelini ancak bir canı kurtararak öder Herakles. Peki biz, aniden verdiğimiz kararların bedelini nasıl ödedik, şöyle bir düşünelim mi?

Aslında şöylesini düşünmek de mümkün. Farz edelim ki iş yerinde son zamanlarda ekipçe yapılması gereken işlere kimileri hiç el uzatmıyor; pek tabii ki üstümüze kalan işler de bizi yoruyor. En sonunda istifa etmeye karar veriyoruz. Tam dilekçeyi verecekken düşünüyoruz da, buralara kolay gelmedik. Şimdi başkaları yüzünden pes edersek nasıl yükseleceğiz? Oysa ne çok çalışmıştık. Biraz daha sabır, önümüze bakıyoruz; el alemin tembelliği el aleme! Sonra bir gün o beklediğiniz haber geliveriyor: terfi aldık. Hem de o beraber çalıştığınız gruptan ilk terfi alan da sizsiniz. Neden mi? Çünkü her şey ortada! Herakles de cesurdu ve Geryon’un sığırlarını çalıverdi. Hem de hiç beklemediği Helios’un yardımını alarak. İşte bazen tehdit sandığımız şeyler bizleri daha da güçlendirir. Tüm bu zorluklar, kırık bir köprüden geçerken gerilen iplere dönüverir. Adımlarımız sağlamlaştıkça yürümemiz kolaylaşacaktır.

Biz yolculukta kararlıysak, bir yol göstericiye rastlamak da hayal olmaz. Işığı görmek, gerçek bir kahramanın işidir. Yol güneşsiz kaldığında, saatler gece yarısını vurduğunda, sokaklarımızı aydınlatacak bir ay mutlaka vardır. Neden biz de Hesperidler’in altın elmalarını almaya giden Herakles gibi Prometheus’a rastlamayalım ki?

Her arayan Herakles’in bulacağı bir Prometheus vardır. Hem ne demişler: Her arayan bulamaz ama bulanlar ancak arayanlardan çıkar. Belki biz de bulur, yol gösterenden öğrenir; sonra onu kurtarır, ateşi insanlığa hediye edene borcumuzu öderiz!

Belki Prometheus da fazla uzakta değildir, çoktan kavuşmuştur Herakles’le; şuracıkta bir yerde kafa kafaya vermiş, insanoğlunun içindeki kahramanı ortaya çıkarabileceğinden bahsediyorlardır, neden olmasın?

Not: Aktiffelsefe Yayınları /Kahramanın İzinde Kitabından esinlenerek yazılmıştır.

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Öğretmen / Yazar
Yorum yapılmamış

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version