Hindistan’ın En Gizemli Aşk Trajedisi “Naina Sahni”

55 Görüntüleme
5 Dak. Okuma

Bir aşk üçgeni ne kadar korkunç olabilir? Bazı hikâyeler yalnızca kalpte değil, toplumun sessiz duvarlarında yankılanır. Naina Sahni’nin hikâyesi de öyleydi…

Bir aşk üçgeninin, bir kadının özgürlük çığlığının ve bir adamın kör kıskançlığının iç içe geçtiği, Hindistan’ın en gizemli trajedilerinden biri Naina Sahni… Delhi’nin canlı sokaklarında büyümüş, eğitimli, akıllı ve hayalleri olan bir kadındı. Siyasete ilgi duyuyor, kendi ayakları üzerinde durmak istiyordu. Genç yaşlarında tanıştığı Matloob Singh, onun bu ideallerini paylaşan, enerjik ve tutkulu bir adamdı. Birbirlerine bağlandılar; birlikte çalıştılar, birlikte güldüler ve birbirlerine âşık oldular.

Fakat Hindistan gibi geleneklere sıkı sıkıya bağlı bir toplumda, her aşk hikâyesi mutlu sonla bitmezdi. Naina’nın ailesi, Matloob’un farklı bir inançtan olmasını asla kabul etmedi. “Bu ilişki olmaz.” dediler. Naina, ailesiyle aşkı arasında sıkıştı. Sonunda, kalbini susturup ailesine boyun eğdi ve Matloob’tan gözyaşları içinde ayrıldı.

O günden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Naina artık sadece yaşıyordu — hissetmeden. Bir süre sonra ailesinin uygun bulduğu biriyle evlendi: Sushil Sharma. Yakışıklı, politik çevrelerde tanınan, hırslı bir adamdı. Herkes bu evliliği “mükemmel eşleşme” olarak gördü.

Ama o ev, dışarıdan ne kadar parlak görünse de, içinde sessiz bir karanlık büyüyordu. Sushil başlarda sevgi doluydu ama kısa sürede sevgisi bir takıntıya dönüştü. Naina’nın arkadaşlarıyla görüşmesine izin vermiyor, nereye gittiğini, kimle konuştuğunu kontrol ediyordu. Onun gözünde Naina artık bir eş değil, sahip olunması gereken bir “varlık”tı.

Kıskançlık ve kontrolcülük giderek arttı. Naina’nın üzerinde bir gölge gibi dolaşan bu baskı, zamanla yerini şiddete bıraktı. Sushil, öfke patlamaları yaşadığında eşyaları kırıyor, bazen bağırıyor, bazen de susturucu bir sessizlikle cezalandırıyordu. Naina’nın özgür ruhu yavaş yavaş zincirleniyordu.

Ama Naina sıradan bir kadın değildi. Bir şeylerin değişmesi gerektiğini biliyordu. Yurt dışına gitme hayali vardı — kendi işini kurmak, ticaret yapmak, ihracat alanında ilerlemek istiyordu. Zekiydi, çalışkandı, azimliydi. Defterine planlar çiziyor, bağlantılar kuruyor, yavaş yavaş “kendi hayatını” hazırlıyordu.

Boşanmayı düşünmeye başlamıştı. Artık korkmuyor, “Kendi ayaklarımın üzerinde duracağım.” diyordu. Ama ne yazık ki Sushil bu değişimi fark etti. Ve fark ettikçe daha çok korktu, çünkü onu kaybetmek, kontrolünü kaybetmekti.

1995 yılının Temmuz gecesiydi. Delhi boğucu bir sıcak altındaydı; hava ağır, sessizlik rahatsız ediciydi. Naina evde yalnızdı, elinde telefonla konuşuyordu. Yüzünde uzun zamandır görülmeyen bir gülümseme vardı. Belki bir arkadaşıyla, belki iş bağlantısıyla konuşuyordu ama sesindeki huzur, Sushil’in öfkesini ateşleyecekti.

Sushil eve geldiğinde salon ışıkları yanıyordu. Naina telefonu elinde tutuyordu; sesi yumuşak, gülümsemesi doğaldı. Ama Sushil o anda sadece bir şey gördü: “İhanet.” Telefonun ucundaki sesin Matloob olduğunu sandı. Gözleri karardı. “Yine onunla mı konuşuyorsun?” diye bağırdı. Naina şaşırdı, açıklamaya çalıştı ama kelimeleri yarım kaldı.

Sushil’in elleri titriyordu, sinirden dişlerini sıkıyordu. Aralarında kısa ama ölümcül bir sessizlik oldu. Sonra üç el silah sesi duyuldu. Her şey birkaç saniyede bitti. Naina Sahni bir kez daha susturulmuştu.

Sushil, yaptığını anlamaya başladığında paniğe kapıldı. Ne yaptığını düşünmeden, Naina’nın bedenini bir çarşafa sardı. Arabaya taşıdı, kendi restoranına götürdü. Orada koca bir tandır fırını vardı. Bedenini oraya koydu, ateşi harladı, üzerine yağ ve kâğıt döktü. Alevler yükselirken, korku ve pişmanlık birbirine karıştı. Ama ne kadar yakarsa yaksın, suçun kokusu gizlenemedi.

Gece boyunca fırından çıkan duman sokağı sardı. Kokudan rahatsız olan komşular polise haber verdi. Ve o kapak açıldığında, Delhi bir skandalla sarsıldı. Sushil Sharma yakalandı, yargılandı, ömür boyu hapse mahkûm edildi. Ama adalet, Naina’yı geri getirmedi.

O sadece bir cinayetin kurbanı değil; susturulmuş binlerce kadının simgesiydi. Delhi’nin o sıcak gecesi hâlâ konuşulur. Kimileri o restoranın önünden geçerken dumanın hâlâ o geceki gibi koktuğunu söyler. Kimileri ise geceleri bir kadının fısıltısını duyduğunu iddia eder: “Ben sadece sevmek ve yaşamak istemiştim.”

Naina Sahni’nin hikâyesi, Hindistan’ın kalbinde yanmaya devam ediyor. Bir kadın, kendi ayakları üzerinde durmak istediği için susturuldu. Bir adam, sevgiyle değil, sahip olma hırsıyla sevdiği için mahvoldu. Ve bir toplum, kadının özgürlüğünü tehdit olarak gördüğü için bir trajediye tanık oldu.

Aşk, özgürlükle yaşar; kıskançlıkla değil.

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yapılmamış

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version