Geçen her an, her gün bizi tarihten bir adım daha uzaklaştırmaktadır. Bu uzaklaşma neticesinde tarihi olguların bırakmış olduğu manevi his ve duygular da ne yazık ki azalmaktadır. Bazı manevi hisler bitip tükenen cinsten olsa da bu hususta Urfa’nın maneviyatı namütenahi konumdadır.
Şuan Urfa eski Urfa, insanları da eski insanları gibi olmasa da görüp anlayabilen için maneviyatı ve hissiyatı aynıdır. Bir şeyi bilmek ile onu yaşamak, tatmak çok farklı şeylerdir. Bu bakmak ile görmek arasındaki farka benzer.
İşte günümüzde de Urfa’nın maneviyatı yine eskisi gibidir lakin onu yaşayan onu hisseden ve hissettiren insan sayısı yok denecek kadar azdır. Hazine, haritadaki yerinde duruyor fakat insanlar yanlış yoldan gittikleri için bu hazineye ulaşamıyorlar. Hazine diyorum çünkü bilen için gerçekten Urfa bir hazinedir. Aslında bu durumu algılayabilmek bu hissi yaşayabilmek herkese nasip olmayan rahmani bir olay gibidir.
Urfa, asırlardan asırlara, kuşaklardan kuşaklara giden bir geçiş kapısıdır. Bu hissi yaşayabilen, bu nimete erişebilen zihninde zamandan zamana uçar.
Sabah namazından sonra Balıklıgöl’de kasideler okuyan kuşların sesini herkes duyamaz. Yerden göğe yükselen duaları herkes işitemez. Şehrin etrafında dolaşan mis kokusunu herkes duyamaz. Camilerde saflara dâhil olan safları herkes göremez. Harran Kapısı’nda, Akarbaşı’nda, Hâkim Dede’de Bey Kapısı’nda dolaşan o eski insanları herkes hissedemez. İşte tüm bunlar birer nimettir.
Bu nimet ile rızıklanan insan nedenini hiç anlayamadığı bir hisle bu şehre bağlanır. Özellikle Urfa’ya ilk defa gelen bazı insanların, Urfa’ya hayran kalmasının asıl sebebi de budur. Bize sorulsa; “Acaba neyi bu kadar sevdi ?” Deriz. Kendisine sorulsa, o da bu durumu tam olarak tarif edemez.
Her ne kadar olumsuz yönleri, sonradan deformasyona uğrayarak olumsuz hale gelen bazı gelenek ve görenekleri olsa da bilinmeyen bir bağ insanı buraya bağlar ve burayı sevmemek mümkün olmaz.
Belki suyu, belki toprağı, belki de havası… Bir şekilde esir ediyordu bu şehir kendine insanı.
“Açtı m’ola şu Urfa’nın gülü yaprağı
Çekti bizi bu ellerin suyu toprağı”
Her ne kadar yeni kuşak insanlar bu maneviyatı anlayıp sahip çıkmasa da hatırlıların hatırına bu maneviyat, bu sır kendini hâlâ muhafaza etmektedir. Bizler bu maneviyata da bu sırra da layık insanalar değiliz. Hatırlıların hatırına nasipleniyoruz. Nasıl ki İstanbul’u koruyan (Boğazın Bekçileri) âlimler varsa, Urfa’ için de durum aynıdır. Bu şehrin sahip olduğu maneviyat ve sır bu şehirde önceden yaşamış olan peygamberlerin, âlimlerin, velilerin sayesindedir.
Bu bedenlere, gelirken ağlayıp giderken de ağlayanlar hayran kalırken, bu şehrin evlatları da her daim kırgındır şehrine. Herkes ilk fırsatta kaçmak ister Urfa’dan lakin bir saatliğine ayrılsa bu topraklardan hemen sulanmaya başlar gözleri. Sabahları Urfa, akşamları Urfa oluverir tüm sözleri.
Ansızın bir yerde eski bir Urfalı sanatçının sesini duysa, Urfa’ya kavuşmuş gibi mutlu olur. Urfa’yı en iyi bilen, onu en iyi tanıyan ve onu en çok anlayan kişi ondan uzak olan kişidir. Urfa’dan gitmek isteyen ise onu en iyi bilecek, onu en iyi tanıyacak, onu en çok anlayacak ve arayacak olan kişidir.
Bazı kesimler Urfa’nın kültüründen kopup sözde modernleşmesini istese de Allah izin vermediği sürece bu durum gerçekleşmeyecektir. Urfa hiçbir zaman kültür anlamında Avrupai bir şehir olmamalıdır. Kendi kültürünü yaşayıp gelecek nesillere aktarmalıdır. Urfa halkının Avrupa kültüründen önce kendi kültürünü benimsemesi gerekmektedir. Bu topraklarda yaşayan eski insanların kültür ve yaşam biçimi ile günümüzde yaşayan insanların yaşam biçimleri birbirine çok farklıdır.
Bizim öncelikle geçmişimize bakıp onları örnek almamız gerekmektedir. Yaşayan eski bir insan gördüğümüz zaman ona bir sığınak gibi sığınmamız gerekmektedir. Şayet bir yerde eski bir insan görürseniz hemen ona hizmet edip duasını alın zira kurtuluşunuz onun duasında saklı olacaktır. Her ne kadar eski Urfa insanları birer birer göç etseler de az sayıda kalanların da kıymeti bilinmemektedir.
Urfa, bir dosta duyulan özlem gibidir. Her daim akıldadır, her daim başta. Urfa, hepimizin kırgın olduğu dostudur. İnsan kırgın olduğu dostunu görmek istemez, konuşmak istemez ama onu koparıp atamaz da. İçten içe onu özler, içten içe merak eder.
Urfa, iyi insanların iyi atlarına binip gittiği; boynu bükük, bağrı açık, yüreği yaralı şehirdir. Eski dostlarını arayan, saçları ağarmış, beli bükülmüş, eski günlerinin özlemi ve hasreti ile kavrulan ihtiyar bir adamdır Urfa. Tüm sevdiklerini, tüm yakınlarını kaybetmiş sahipsiz adamdır Urfa. Anılarını hatırlayınca gözlerinden yaşlar süzülen, duygu yüklü kervandır Urfa.
Nice ölüleri toprağında saklayan, yamandır Urfa. Çok canları da alan kanlıdır Urfa. Gölgesiyle serinlik veren ulu bir çınardır Urfa. İçinde nice seslerin, nice hoyratların, nice türkülerin, nice ağıtların kaydedildiği bir kasettir Urfa. Bahtı kötü olan bedbaht bir insandır Urfa. Allah her türlü mükemmelliği ona vermiştir ama onun değerini bilen yoktur. Ne elinden tutan vardır ne de bir kol olan. Urfa’nın kaderidir iyi bir şekilde yönetilmemek. Urfa bir cevizse, halkı dişi olmayan insandır. Urfa’nın kaderi, su yokken boğulmak su varken yanmaktır. Altından bir dağın tepesinde çakıl taşları ile oyalanmaktır.

