İletişim Engeli

26 Görüntüleme
5 Dak. Okuma

Herhangi bir yerde sosyal bir varlık varsa, oradaki yaşamın ve bağın en önemli taşı iletişimdir. Bu taşla insan bazen kapı döver, bazen de kapı kapanmasın diye eşik nöbeti tutar. Hayvanlar hayvanlarla, insanlar insanlarla, hatta bitkiler de bitkilerle. Bu da yetmez ve dilleri farklı türlerin arasında da, birbirleriyle yolları kesiştikçe farklı şekillerde iletişim kurulur. İstesek de istemesek de insan, tükenene kadar bir irtibat hâlindedir. Bazen kendini anlatmak ister, bazen kendi ötesini anlamak ister. Bu dileklerinin özünde bilgi açlığı ve yalnızlığın zayıflığını kapatma ihtiyacı yatar.

Koca evrende insan, yanında insanlar varken bile yalnızdır. Bir de gerçekten tek başına kalsa, esamesi bile okunmaz. Tabii ki çok fazla insan, insanların arasında da yalnız olmaktan şikâyetçi olacaktır; ama gerçek ve tam anlamıyla yaşanan yalnızlık, şikâyetini bile yaptırmayacak güçtedir. İnsanı öyle derinden yorar ve meşgul eder ki siz sadece yaşamaya çalışmak zorunda kalırsınız. Ayrıca yalnızlık, övgüsü yapılabilecek kadar dar bir kavram da değildir. Yalnız kalabilme konforu övülebilir, fakat tamamen yalnızlığın büyük bir dikte kuvveti vardır ve insan için acziyetten ibarettir. İnsan, bu zayıflığını yenmek için insanlığa ulaşması gerektiğini bilir. İnsanlığa ulaştığındaysa kimi zaman kötülükle karşılaştığı için, kimi zaman da kibrine yenildiği için yalnızlığa özlem duyar ve bunu dile getirir. Böylece insan, toplumun içinde kendini bulma içgüdüsüyle var olur. Bu varlığı sürdürebilmenin de yegâne yolu güçlü olmaktan geçer. Her çağda gücün farklı karşılıkları ve tezahürleri olmuştur. Kimi zaman silah, kimi zaman kitap, kimi zaman da hitap. Yine de her gücü elde etmenin en kestirme yöntemi bilgidir.

Sadece bilmek değil; bildirmek veya bildirmemek de gücün büyük göstergelerindendir. Bu fark edildiğinden beri bilgiye yaklaşımımız köklü bir değişim geçirdi. Artık bilginin doğruluğundan ziyade, bize ne hissettirdiği veya hangi ideolojiyle örtüştüğü daha önemli hâle geldi. Özellikle sosyal medyanın etkisiyle insanlar, sadece kendi düşüncelerini pekiştiren verileri arıyorlar. Gerçekler bir kenara itilip, duygusal bir bağ kurulabilen içerikler tercih ediliyor. Bu durum, tartışmaların yüzeyselleşmesine ve derinlemesine düşünme yetimizin zayıflamasına yol açıyor. Birçok insan, kendi bakış açısını destekleyen bilgilere sarılıyor; bu da kutuplaşmayı artırıyor. Eleştirel düşünme becerilerimiz zayıflarken, önyargılarımız güçleniyor. Duygularımızın ve ideolojilerimizin gölgesinde kalan bilgi, gerçekliği çarpıtıyor. Çarpıtılmış gerçeklik ve fanatizm, insanlar arasındaki iletişimin en büyük ve en sinsi düşmanı. Bu düşmanın kendine ait bir cephesi yok ve insanların psikolojik, fizyolojik, felsefi ve dini her savaşında, tarafların güçlerini dengede tutacak şekilde yer alıyor. Kazanmaya yetecek baskın güce sahip bir tarafı olmayan her savaş, insanlığı içten içe çürütür. İçi çürümüş insanlar arasında gezinmek zorunda olmaksa, bütün dünyanın sitemidir. Belki de en çok bu yüzden yalnızlığı över insanlar.

Peki, bu savaşı insanlığın hep birlikte kazanma şansı var mıdır? Elbette var; ama gel de bunu insanlara anlat. Niye böyle söylüyorum? Çünkü bu savaşı kazanmanın yolu, silahın namlusunu kendimize çevirmekten geçiyor. Kendi düşüncelerimizi sorgulamak ve farklı bakış açılarına açık olmak, bu karmaşık dünyada daha sağlıklı bir iletişim kurmamıza yardımcı olabilir. Bu yüzden kendime sık sık soruyorum: Gerçekten ne düşünüyorum? Düşüncelerim, hayatın karmaşası içinde kaybolmuş küçük, alelade parçalar mı, yoksa beni derin bir anlama taşıyan yol haritası mı? Benim düşüncelerimin herkesten farklı olarak bana yol gösterici olduğunu nasıl anlayacağım? Elbette başkalarının da düşünebildiğini fark ederek. Bizden farklı şartlarda, tecrübelerde ve duygusallıkta yaşarken, doğal olarak bizle aynı düşünme ihtimalleri, bizden farklı düşünme ihtimallerinden düşüktür. Aslında diğer insanları; paralel evrenlerde, farklı şartlarda yaşayan benlerin aynı evrende kesişmesi olarak görebilmeliyiz. Tıpkı klişeleşmiş olsa da “Her insan kardeştir.” düsturu gibi. Böylece paralel evrenler teorisine kafa yormadan önce, paralel zihinler gerçekliğini kabullenebiliriz. “Ben olsam şöyle yapardım.” demek çok kolay ama o noktaya gelmek çok zor. Çünkü biz o insanla aynı geçmişi paylaşmadık. Bizim kumaşımız leke tutmayacak cinsten diye üryanlığı kınama hakkımız olmamalı. Üşüyeni çıplaklıkla suçlamaktan kurtulmamız gerekir. Suçlamaya gücümüz yetiyorsa, kucaklamaya da gücümüz yetebilir. Doğru iletişim, derin bir okyanusa dalmak gibi hissettirir; ne kadar derine inersen, o kadar bilinmezliğin korkusunu yaşarsın ama o derinlikte mutluluğun inci tanelerini de bulabilirsin. Bunu söylerken bile yine muhatabımı düşünemediğimi fark ediyorum. Ben, insanları anlamaya çalışacak kadar güce sahibim diye herkesten bunu ummam da, yine iletişim engelli olduğumu gösteriyor. Engeller aşılabilir; fakat engelini kabullenip çare aramak elzemdir. İşte bu yüzden, tek taraflı iletişim her zaman sağlıksızdır. Sağlıklı ilişki bağları için herkesin hoşgörü karantinasında vakit geçirmesi gerekir. Çünkü hor görünün ve anlayış eksikliğinin tedavisi, kısa vadeli bir iş değildir. İletişimde sağlık gönüllülük işidir; ama yine de biraz da olsa toplumsal teşviğe muhtaçtır.

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yapılmamış

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version