Bakıyorum etrafımıza; bizler sabaha yakın saatler içinde mi vurulduk ki sessizlerin sesi olamadan sessizce bekliyoruz. Oysa adım atmak için ayaklarımız vardı; yürümek ve varmak için ayaklarımızda mı kestiler acaba? Bilen var mı? Varsa söylesin. Gönlümüzdeki imanla çizilmiş yol haritamızda rotamız kayboldu mu? Kaybettik ise her şeyimizi bulmak için yüreğimizde mi parçalandı ki aramıyoruz, ben gibi/bizler gibi?
Mevsimler bellidir; lakin bizdeki mevsimler hep kış ayı ve ayazı mı yaşatıyor? Hani nerede bahar ayı, onu elimizden aldılar? Bunları bizden çalarak bir depoya sakladıysalar, bulanımızda mı kayboldu? Şarkılar dinlenirdi gönüllerde, bakınca o güzel gözlerde; onlarımıza soldurdular. Nasıl izin verdik, ben anlamıyorum; şaşkınım, mahcubum. Gönül denizlerimiz durgun; herkes güven içinde sahiline koşar, gülücüklerle gezinti yapardı. Şimdi çalkantılı; yanına yaklaşanı boğuyor.
Uçuşurdu sahillerin üstünde martılar, zalimleri yerde süründürerek sürüklerdi insanlar. İnsan aşkla sevmez ise neyi anlar? Bilen varsa söylesin, ey canlar.
Çiçekler gibi kokardı kelimeler, sözler gönülde çıkmadan önce; hala kokusu burnumda, gitmez. Şimdilerde tüm kelimeler çiçeklerle birlikte kurudu, viran oldu; diken gibi batar. Bir masum can uğruna önce kelimeler, sözler gönülle fetih edilirdi; oysa şimdi çiğneniyor, anlamak imkânsız. Bir uçurumdan kendimizi neden boşluğa atıyoruz ki, Rabbimin bitmez sonsuz umudu varken, tükenmezken, sonsuz hazineyken? Kim arkamızda bizi uçurumlara iter? Dönelim gerisin geriye; bizi uçurumlara atmaya çalışanları atalım biz uçurumlara, olmaz mı? Olmaz elbette ki; onlardan farkımız ne olacak? Onlar gibi olursak? Bir kenara hapis ederek doğruyu anlatırsak, anlayan anlar; anlamayan da o karanlığın içinde kalır. Biz yollarımızı temizledikten sonra, imanın has bahçesinde güllerimizi ektikten sonra, vesselam.