İtalya Gezi Notlarım

75 Görüntüleme
7 Dak. Okuma

Farklı coğrafyalar, farklı kültürler, farklı standartlar, farklı olan birçok şey zihnimizde sentezlenir ve hayata bakış açımızda değişikliklere yol açar. Biz buna deneyim deriz. Kısa İtalya seyahatimiz de bana yepyeni deneyimler kazandırdı. Ağustos ayında kızımın; “Anne, 1 euroya uçak bileti kampanyası varmış, bir çılgınlık yapıp biz de gidelim mi?” demesiyle başlayan bir serüvendi aslında bunu tetikleyen. Öğrencilerin kaldığı uygun fiyatlı otel rezervasyonlarını da yaptırınca yolculuğun en önemli kısmı tamamdı. Etkin bir planlama ile yurt içinden daha ekonomik olabilen yurt dışı seyahati düşünüyorsanız eğer ön araştırma yapmak önemli. Planlama sonrası geriye uygulama kısmı kalıyor. Yani; uçmak, gezmek ve anı biriktirmek…

Kabin boy valizimizle (ekstra bagaj hakkı istemezseniz bu da bir avantaj) çıktık yola. Sabah dörtte uyanmak kolay olmasa da uçmak oldukça keyifli. Hele ki cam kenarına denk geldiyseniz. Bulutlara dalıp gitmek, onlarla sohbet edercesine anda kaybolmak muhteşem bir duygu. Lapa lapa kar yağacak mı diye sorsam da defalarca, bu gidişle zor dediler (!) İklim değişikliklerinin ürkütücü boyutları hakkında yaptığımız konuşmaya hiç girmeyeyim burada. O kısma bir gün bir yazımda mutlaka değinirim. Geziye dönersek, hani yediğin içtiğin senin olsun neler gördün derseniz ben önce yediklerimi birkaç cümle ile özetleyeyim. Kruvasan, makarna ve pizza. Bir de akşamları odada kızımla yaptığımız piknikte yediğimiz meyveli yoğurt ve mandalina. Ne demiştim, ekonomi. Ama bir de oranın yeme alışkanlıklarına pek adapte olamama hâli, sebze yemeği ve çorba aşığı biri olmamdan mütevellit. Fettucini Alfredo makarnası oraya özgü bir lezzet. Onu da yeme imkânımız oldu. Keskin aroması olan peyniriyle yağlı bir makarnaydı. Damağınızda sadece küflü peynir yemişsiniz hissi bırakıyordu. Tabağın yarısını yedikten sonra ağır gelmeye başladı. Masadan kalkarken “Kendi mutfağımda pişirdiğim makarnayı hem pişirme derecesi hem de hazırladığım soslarla tercih ederim,” cümlesi geçiverdi zihnimden.

Gezilecek yerler çok fazlaydı bu yüzden önceliklendirme yapıp bir taslak hazırlamıştık önceden. Elbette gezerken anlık kararlar doğrultusunda yeni rotalar da belirledik. Hiç kaybolmadık bu arada. Harita uygulamaları ile nereye, nasıl gidileceğini bir tıkla öğreniyorsunuz. İngilizce bilmek elbette gerekli. Ama “Çat pat konuşuyorum,” diyorsanız, endişe etmeyin. Beden dili de yeterli olur. Çok yardımsever tavırlarla karşılaştığımızı söyleyemem, dil bilmenin avantajını kullandık. Otobüs yolculuğunda ayakta bastonuyla zor duran yaşlı insanlara yer verilmediğini görünce çok şaşırdım. Bunun olağan bir durum olduğunu hissettim. Sokaklar o kadar dardı ki, minik elektrikli arabalar çoğunluktaydı. Bisiklet kullanımı da dikkatimi çekti. Taşlı kaldırımlarda valizleri bir yerden bir yere taşımak pek kolay olmadı. Özellikle otobüsle giderken içimiz dışımıza çıktı. Taksi kullanırım derseniz, iki kere düşünün derim. Zira valizler için fiyat araçtan inerken bir anda tek bir tuşa basılarak ikiye katlanıyor. Valizleri de bagajdan kendin indirmene rağmen.

Roma’ya üç gün ayırdık. Antik kentteki her sokakta, mimarisi etkileyici olan yapılar mevcut, ancak listenin en başına Vatikan kenti ve Vatikan müzesini koymak yerinde bir karar olacaktır. Müzede, Roma’nın tüm dönemlerine ait dünyaca ünlü ressamların ve heykeltıraşların eserlerini görmek mümkün. Ayrıca, antik Mısır, Yunan ve Asya Sanatına dair birçok sanat eseri de mevcut. Müzeye gelirken yorgun olmamak ve rahat ayakkabı giymek çok önemli, zira neredeyse tam gününüzü alıyor. Vatikan’ın merkezindeki San Pietro Bazilikası ve San Pietro Meydanı görülmeye değer. Ancak restorasyon olduğu için biraz görüntü kirliliği vardı, fotoğraflar açısından.

Trevi Çeşmesi ile Vittorio Emanuele II Abidesi dikkatimizi çeken yerler arasında oldu. Kolezyum, Santa Maria del Popolo Kilisesi, İspanyol Merdivenleri ve antik Roma tapınağı olan Panteon da gezebildiğimiz yerler arasında. Görmeye vaktimizin yetmediği birçok müze ve tarihi binalar olmasına rağmen, gidebildiğimiz yerler ile kentin geneli hakkında yüzeysel de olsa bir fikre sahip olduk. Sokaklarda yürürken nereye bakacağınızı şaşırıyorsunuz. Minik minik kafeler ve restoranlar var. O kadar küçükler ki, dışarıya naylonlu korunaklarla ve içlerinde ısıtıcılarla müşterilerin açık alanlarda oturmasını sağlıyorlar. Fakat oturmak için iki kere düşünün, çünkü fiyat ikiye katlanıyor. Sandalye önemli tabi. Hele bir de yirmi bine yakın adım atıp yürümekten helak olduysanız. Bizim kafelerde, müşteriler mekâna gelsin diye neredeyse elinden tutup içeriye oturtmaya çabalarlar. Bu durum farklılığı apaçık ortaya koyuyor.

Floransa şehrinde iki gün kaldık. Roma gibi tarihi binalarla çepeçevre. İtalya’nın en önemli sanat müzesi olan Uffizi Galerisini gezme fırsatımız oldu. İnternet üzerinden önceden bilet almak avantajlı olmasına rağmen, kış sezonu olduğu için indirimli bilet aldık, ayrıca çok sıra beklemedik. Gezmek neredeyse yarım gün sürdü. Çok iyi tasarlanmış bir mimariye sahip ve içinde ünlü heykeltraş ve ressamlara ait eserler mevcut. Botticelli, Raffaello, Leonardo da Vinci, Michelangelo ve Caravaggio bunların başında yer alıyor. Rönesans ve çağdaş dönem eserleri arasında en çok etkilendiklerim Sandro Botticelli imzalı Venüs’ün Doğuşu ile Leonardo da Vinci’nin Duyuru tablosu oldu.

Şehirde görebildiğimiz diğer yerler; Cupola del Brunelleschi, Signoria Meydanı, Floransa Katedrali ile Ponte Vecchio oldu. Burası, Floransa’nın gerdanlığı olarak ifade edilebilecek olan orta çağ köprüsü ve şehre simgesel bir değer kazandırmış. Arno nehri üzerinde bulunan bu köprüde, kuyumcu ve yöresel değerli taşlar satan dükkanlar mevcut. Köprüye çok yakın olan Galileo Müzesini de görmek istedik ama zamanımız yeterli olmadı.

Kaldığımız otellere gelince, Avrupa genelinde ısınma sorunu olduğunu işitmiştik, biz de bunu bizzat yaşadık. Odalar buz gibiydi. İçlik kullanarak uyumak zorunda kaldık. Üç gün boyunda şehir merkezindeki aynı güzergâhtan geçerken gördüğümüz çöp konteynerlerinin boşaltılmadığını daha da tıka basa dolu bir hâlde alınmayı beklediklerini görmek hayli şaşırttı. Antik medeniyetin göbeğinde bir taraftan restorasyonlarla tarih korunmaya çalışılırken diğer yandan sokaklarda oraya buraya rastgele atılmış bir dolu çöpün olması kafamı biraz karıştırdı açıkçası. Bizim bir milyoncu dediğimiz dükkanların benzeri orada 0,99 centlik ürünler satan dükkanlar olarak karşınızı çıkıyor. Buradan kendinize ucuz hediyelik kupa, buzdolabı magneti, kartpostal, vb. şeyler alabilirsiniz.

Beş günlük gezi esnasında uçtuk, yürüdük, gördük, öğrendik. Bunları yaparken kâh güldük kâh korktuk. Hayatımızda hiç tecrübe etmediğimiz ilkleri yaşadık. Bernard Shaw’un dediği gibi “Deneyimden daha güçlü bir öğretmen yoktur; ama öğrenme isteği bulunmadıkça deneyimden bir şey öğrenilemez.” bilinciyle biz de yepyeni deneyimler kazandık. Bunlarla kimi zaman sahip olduklarımıza şükretmeyi, kimi zaman da sahip olduklarımızı daha da güzel noktalara taşımayı başaracağız. Dediğim gibi deneyim güzel ve ben deneyimlerimle bir bütünüm…

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yapılmamış

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version