Kalabalık Sıkıntılar

46 Görüntüleme
6 Dak. Okuma

Cemreleri bekliyordu, içi titredikçe balkonda çamaşırları asarken. Sokağın başındaki dut ağacına baktı, sanki tomurcuklanıyordu dallar. Tomurcuk muydu o minik canlanmalar, yoksa başka bişi miydi? Bilemedi. Dünyaya ait her şeyi gözümüze sokuyorlar; dalı, çiçeği… Onlara ait bilgileri unutturuyorlar. Neyse, içeri girince bakarım netten…

Canı sıkıldı iyice. En basit bilgi için dokunduğu telefonu, birçok sosyal hesaptan ve satış sitelerinden gelen mesajlarla meşgul edecek; bir lokma bilgi, bir ton meşguliyetle ömründen çalacaktı.

Çok güzel yapılmıştı planlar, yeter ki eline al o ekranı; sonrası sihrinde zaten. En büyük hayaliydi oysa bir köye yerleşmek, toprakla taşla, keçiyle kuşla oyalanmak. Demek ki yeteri kadar çok istemiyordu. Hedefine aldığı hiçbir şey kaçmamıştı elinden zira.

Her şeyi yazıyor, planlıyor, adım adım gidiyordu. Atladığı neydi acaba? Kafası bi geldi, bi gitti. Her haftasonu binbir işi, işleyişi doldurur listesine, sonra da ağlanırdı öğütülüyorum diye.

Ne kadar kalabalıktı kafası ve ne kadar kalabalıktı gönlü. Hırkasını sıkıca sarıp bedenine, ısınmak için girdi içeriye…

Hepimiz cemreleri bekleriz, kış bizi yorduğunda. Soğuktan değil, aynılıktan yoruluruz aslında.

Baharın yenilik ve tazelik hissi, bizim bıkkınlıklarımıza da çare vaad ediyor. Kupkuru donmuş toprak, incecik zarif filizler püskürtüyor. İçlerimiz de aynı öyle taze sevinçler püskürtmek istiyor. Kodlarında var kuru dalın, takvimi var belleğinde, zamanı biliyor, azıcık azıcık hazırlanıyor. Her gün günlük planına sadık ilerliyor ve zaman tamam olduğunda, kuru daldan minnacık bir pıtırcık baş veriyor.

Sonrası mı? Haftaya dallar taze yaprakla doluyor. Belli ki kış programına sadık kalıyor kuru dallar, koca gövde ve toprak…

Sisteme kodları yükleyen Rabbim; işleyişte sisteme riayet eden, canlı ve sonuç. İnsan hariç tüm canlılar sürece ve plana sadık. Bizim kodlar doğru, ancak sadakat konusu sıkıntılı. Beden uyku ister, nefs muhabbet; beden tahammül eder, ancak sıkıntıya girer. Beden sağlıklı gıda ister, nefs atıştırmalık; beden zorlanır. Uzun vadede atlanan her kural ve eslenen her plan, sıkıntı olarak yığılır. İnsan, kısa ve hızlı çözümler bulan, dahilerimiz sayesinde onları kolay zengin edip kendini kolay düzelterek devam eder.

Doğadaki tüm canlılar gibi sadece plana uygun hareket etse, tüm sistem ahenk ve coşku ile devam eder. Baharın usul ve huzurlu gelişine dokunan bu nefsi basit isteklerimiz; kışın domates, yazın pırasa yemek istedikçe, koyun değil kuzu, boğa değil buzağı istedikçe ve alıp tükettikçe, dengeler bozulmaya başladı hızla.

Bedenini tanımak sadece hayatı kolaylaştırmak için değil; sağlıklı ve mutlu yaşamak, sağlıklı ve huzurlu bir dünyayı korumak içindir aslında. Daha fazla ürün istedi çiftçi, daha fazla müşteri istedi tüccar, daha fazla hasta istedi hastane sahibi ve ilaç firması, daha fazla eğlence istedi insan. Daha çok para ve daha çok zaman ve daha çok enerji ve daha çok, daha çok…

Halbuki hepsi hepsi bir beden elimizdeki ve sayılı zaman; tıpkı bir oyuncak gibi aslında. Pili değişmeyen bir oyuncak elimizde. Ne kadar kurallarına uyarsan, o kadar eğlendirir. Ne kadar kuralları çiğnersen, o kadar sıkıntı çıkarır.

Uykuya dalmadan önce dua okurmuş Efendimiz (s.a.v.); abdestini alır, dualarını okur, sağına döner, elini yanağının altına koyar ve uyurmuş. Bedenini düşünün; huzurunu ve tamamlanmasını… Yarının planını yapmak mekruh; günün muhasebe ve tevbesi de yatağa girmeden yapılır. Nerede ruhuna bindirdiğin yükler?

Yatağa zar zor kendini attığında, geceden geriye kıymık kırpık kalmış zaten. Elinde telefon, mesajlar, videolar, heves ettiğin ürünlerin son saniye sayan indirimleri… Gözlerin iflas ettiğinde, başının pili söndüğünde dalıyorsun uykuya… değil, yarı baygınlığa…

Dinlenmemiş beden, salınmamış hormonlar, düzenlenmemiş hayat planı ve kalabalık sıkıntılar… Çalan zile saya saya başlıyor insanlar güne. Ne ışığı karşılıyor neşeyle, ne karanlığı uğurluyor minnetle.

Havada en ziyadesiyle öfke, nefes nefes sayma, sövme… Nasıl bir atmosfer bekliyor akşama kadar bizi? Uykusunu almayan çocuğu annesi zor avutur. Uykusunu almayan yetişkini ise iş yerinde…

Kalabalık acılar ve sıkıntılar var üzerlerimizde. Birilerinin doyumsuzluklarına protein oluyoruz. Birilerinin hırslarına toz… Kendimizi fark etmedikçe ve kendiliğimize emek sarf etmedikçe, devam edecek bu homojenizasyon.

“YETERİ KADAR VAR, TATLIM.” Bu benim hayat düsturum oldu. Çok sevinerek bulduğum bir nesneyi sevdiğime atıp nasıl olduğunu sordum. Beklediğim cevap, “O çok güzelmiş.” idi; bana “YETERİ KADAR VAR, TATLIM.” dedi. Elimi attığım ve gözüme ilişen her şeyi, yeteri kadar olup olmadığına bakıyorum. Kesinlikle elzem bir ihtiyaç değilse almıyorum. Telefonumdan alışveriş sitelerini sildim, hiç ilgim alakam olmayan şeyleri ihtiyaç gibi sunan ve ikna eden oyunların sahnelerini kaldırdım. Hayatımı, zamanım dolmadan istediğim ve zevk aldığım gibi yaşamak için özgürleştirmeye çalışıyorum. Zor, cidden çok zor. Yediğim içtiğim hazır geldiği sürece sağlıklı kalmak ve bağımlılıklardan korunmak çok zor.

Gıdadan kaçsan ilaçta, giysiden kaçsan enerjide, teknolojiden kaçsan iletişimde mutlaka muhtaç olup avlanıyorsun. Olsun, bu hayat avcı-toplayıcı diye geldi; öyle de gidiyor. Argümanlar değişti, o kadar.

Aslan hızlı koşacak, ceylan hızlı kaçacak, iyi olan kazanacak… Hepimize kolay gelsin…

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yapılmamış

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version