Kişisel Gelişim mi, Kişisel Farkındalık mı?

15 Görüntüleme
6 Dak. Okuma

Son yılların modası ama bana göre modası geçmiş kavramı “kişisel gelişim”in topluma ne kadar faydası ve ne kadar zararı olduğunu konuşalım mı? Önce sen, kendini düşün, sen önemlisin, istemiyorsan hayır de!

Bütün bu argümanlar bireyci düşüncenin bir yansımadır. Ancak insan bireysel olduğu kadar toplumsal bir varlıktır. Biraz küflü argümanlar gibi gelebilir ama sabır, kanaat, anlayış, hoşgörü gibi söylemler uzun ve sağlam ilişkilerin mihenk taşlarıdır.

Uyuşamadığınız kişiler ve kişiliklerle, her şeye rağmen iletişimi sürdürmek ruhumuza zarar vermez mi? Hayatın efsunlu bir kelimesi varsa, bu bana göre “denge”dir. Tabiat, tüm dengeleriyle milyarlarca yıldır direniyorsa, dengeyi sağladığı için değil midir?

Bizler, yaratılan her şeyden ilham alması gereken ve daha önce yaşanılan olaylara da ibret nazarıyla bakması gereken varlıklarız. Kur’an-ı Kerim’de sıkça önceki kavimlerden bahsedilmesi, onların seçimlerinin nasıl sonuçlar verdiğinin bizlere gösterilmesi, tekamül döngüsüne yardımcı olmak içindir.

Elbette insan, yani ben, kıymetli ve bu dünyada süresi belirsiz, sadece bir ömür hakkı var ve bu hakkını ezilerek geçirmemek için çabalamak isteyebilir. Lakin imtihan kavramı, tekamül döngüsünün neresinde oluyor bu durumda?

İstiyoruz ki akrabalarımızla, anamız-babamızla, eşlerimizle, evlatlarımızla, arkadaşlarımızla, işimizle, sağlığımızla, paramızla imtihan olmayalım; doğrudan hoop cennete kuş gibi konalım! Bu komik bir ütopya değil de nedir?

Evet, insan Eşref-i mahluk, yani yaratılanların en üstünü ve en mükemmelidir. Fakat bu her insan için geçerli değil mi? İnsan elbette kendi için biriciktir ama Yaratıcının nezdinde onu eşsiz kılan ne konumu, ne maddiyatı, ne mevkisidir. Sizler ancak takvada birbirinizden üstünsünüz, buyrulmuştur. Öyleyse Rabbimizin en önemli kriterini görmezden gelemeyiz.

Takva nedir peki? Her gece teheccüde kalmak, farz ibadetleri tamamlayıp nafile ibadetleri de kendine görev edinmek mi? Takvanın anlamını yanlış değilse de eksik anladığımız aşikâr. Takva, Allah’ı memnun etmek kadar kullarıyla da dengeli bir biçimde geçinmeyi ve ahlak ile görgü kaideleri çerçevesinde bir yaşam sürmeye gayret etmeyi amaç edinmektir.

Kul hakkı denilen mevhumu unuttuk mu yoksa? İnsanlar, tıpkı DNA zinciri gibi birbirine görünmez bir zincirle bağlıdır. Bireycilik bizim dinimizin şiarlarından olamaz. Elbette ki nefsimiz üzerinde de hakkımız var ve kendimizi korumaya almalıyız; ancak bunu yaparken bile zulmedenler olmamalıyız. Mazlum olmayı, zalim olmaya tercih etmeliyiz.

İnsan ilişkilerinde de efsunlu bir kelime varsa, bu mesafedir. Ne çok yakın, ne çok uzak; ne tamamen iletişimi koparmak, ne de tamamen kendini kaptırmak doğru değildir. Bizim en büyük sorumluluğumuz önce kul olmak ve bir kula yaraşır biçimde ilişkilerimizi dengede tutmaktır.

Sevgiyi abartabiliriz tabi ki, ama saygıyı silip atmak ilişki dengesini bozan en büyük hatadır. Sınırlarımız bencillik ve kibirle örülmemeli; saygı ve anlayışla dokunmalı. Peygamberimiz gençlere ayrı, çocuklara ayrı, yaşlılara ayrı biçimde davranırmış. Bu, benliğin gelgitli durumu değil, mükemmel iletişimin örneğidir. Evet, tabi ki bu kolay olmayan, aslında yorucu bir durum olabilir; ancak insanlar arası iletişimin kolay olduğunu kimse söyleyemez zaten.

Dobra olacağız derken kırıcı olduğumuzu, “ben böyleyim, değişemem” derken inatçı olduğumuzu, “haklı olan benim, o suçlu” derken kibirli olduğumuzu fark edemiyoruz bazen. Hepimiz insanız. Hepimiz hataya açığız. Kaldı ki hatasız da olsak, alttan almayı bilmek, karşımızdaki insana şans vermek bizi küçültmez; aksine yüceltir.

Peki, gerçekten çok zarar görüyorsak ne yapalım? Her zaman derim ki; elinden geleni yaptıysan, sıra ayaklarındadır. Kalbimiz mutmainse, gerçekten Allah için çabaladıysak, sorunlarımız için gerekli yerlerden yardım aldıysak, duamızı ettiysek, sadakamızı verdiysek, küsmeden, kavga etmeden, usulca uzaklaşarak kendimizi korumalıyız elbette; ancak bu en son hamledir.

Sabır gösterdik mi, kendimizi uygun bir dille ifade ettik mi, karşılıklı helalleştik mi, şans verdik mi? Hayatın matematiği yok bana göre. Her zaman iki kere iki dört etmez dostlar. Yapmam dediğini yaparken bulunca kendini, anlarsın kınadığının başına geldiğini!

Geçinmeye gönlü olan, uyum sağlamaya niyet ederse Allah yardımını esirgemez. Geçinmeye gönlü olmayan, gözü kapıda olan için de elden bir şey gelmez. Hep biz mi alttan alalım, hep biz mi sabredelim, muhatabımız hiç mi çaba göstermesin?

Dostlarım… Beş kardeşin beşi bile bir değilken, öneriler hedefi tam bulamayabilir. Yine de kişisel farkındalığını kim erken kazanırsa, diğerine, diğerlerine bu sirayet edecektir diye düşünüyorum. Bizler tavuk değiliz; kendi alanımızda eşelenip duramayız. Bizler önce kendi şuurumuzu kazanacak, sonra da çevremize yardımcı olacağız. Kendi dünyamıza kendimizi fazlaca kaptırarak hayatımızı mükemmel yönetebileceğimizi düşünüyorsak, yanılıyoruz.

Kul iradesiyle güçlenir, ama yine de kaderini yaşar. Yani biz aslında kaderimizde var olanı yaşarken, tepkilerimizi ifade edebilme gücüne sadece irademizle gelebiliriz. Bu bizim için büyük lütuftur.

Tabi ki bunun için de doğru biçimde okumak gerekir, gözlemlemek gerekir, ibret almak gerekir, tecrübelere kulak kabartmak gerekir. Hayat, her şeyi deneyimlenmek için fazla kısa; o yüzden tecrübelere ihtiyacımız var dostlar.

Hayatımız roman değil, olsa olsa deneme olur. Denemekten usanmayalım, olur mu? Kişisel farkındalığınız bol olsun sevgili dostlarım. Allah’a emanet olunuz.

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Eğitmen / Yazar
Yorum yapılmamış

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version